M. Ali KAYA
Taassup alel-amya, körü körüne, bilgisizce bağlılıktır. Salabet ise araştırarak, tahkik ederek, delil ve akıbete bakarak kabul etmek, hakta kararlılık göstermektir. İslamda taassup yok, salabet vardır. Kur’an şakirdi olan müslümanlar bürhana tabidirler. Akıl, fikir ve kalpleri ile hakaik-ı imaniyeyi kabul ederler. Nitekim yüce Allah Kur’an-ı Kerimde “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra, 17:36.) ayeti bizi bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaktan sakındırmaktadır.
Taassup kelimesi “Asabiyet” yani kabilecilik ve ırkçılıktan gelme bir isimdir. Akraba ve kavmini her durumda savunmak, haksızlıklarını ve zulümlerini doğru ve haklı gösterme gayretidir. Taassuba asabiyet ve ırkçılık adı verilmiştir. Yanlış düşünce ve fikirleri akıl, mantık ve gerçeklik gibi ölçüleri dikakte almadan körü körüne savunmak haksızlıkları cerbeze ile haklı göstermeye gayret etmek, karşı tarafı hiç dinlemeden ve peşin bir hükümle haksız görmek asabiyetin, yani taassubun gereğidir.
Taassuba günümüzde bağnazlık denmektedir. Buna bir nevi fanatizm de denir. Bağnazlık veya taassup veyahut fanatizm bir hakikate dayanmadığı için dini ve milliyeti olmaz. Taassuba saplanan bir kişi kendi görüşünü din adına, laiklik adına veya ideoloji adına dayatmaya çalışır. Düşüncesini ve inancını zorla kabul ettirmek ister. Fanatizm zaten haksızlıktan ve herhangi bir hakka istinat etmemesinden kaynaklanır. Hak din hak ve hakikate istinat ettiği için kendisini zorla kabul ettirmeye ihtiyacı yoktur. Selim kalpler ve hakikati arayan akıllar onu bulur ve alır. Bu nedenle “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara, 2:256.)
Ülkemizde malesef laiklik adına “irtica tehlikesi” olduğunu iddia eden ve bunun panzehiri olarak Laikliği savunanlar en büyük baskıyı uygulayarak tam bir bağnazlık ve zorbalık örneği vermişlerdir. Günümüzde de “Etki tepkiyi doğurur” kuralına göre karşı fanatizm akımı iktidarı kullanarak aynı taassubu göstermeye devam etmektedir.
İrtica, geriye dönüş anlamında Arapça bir kelimedir. İlk olarak irtica sözünü siyasi anlamda söyleyen Hz. Ebubekir (ra) olmuştur. Peygamberimizin (asm) vefatından sonra yalancı peygamberlere aldanarak dinden dönen ve irtidat eden kavimler olmuştur. Ayrıca bir kısım yeni müslüman olan Arap kabilerleri zekat vermemek için Hz. Ebubekir’e (ra) müracat etmişlerdir. Hatta durumun nezaketinden dolayı Hz. Ömer (ra) gelerek “Ya Ebabekir! Durum çok nazik biraz taviz veremez miyiz?” diyince Hz. Ebubekir (ra) “İrticaya taviz yoktur.” demiş ve tavizi reddetmiştir.
**
Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde “Ey iman edenler! Allah Resulü size hayat verecek, faydalı olacak şeylere sizi çağırdığı zaman ona icabet edin.” (Enfal, 8:24.) buyurur. Bu ayet bizi akıl ve mantık ölçüleri içinde, akli ve nakli delillere dayanan faydalı olan şeylere davet edildiği zaman taassup göstermeden uymamızı emretmektedir. Hakta sebap etmek ve doğru olanda kararlılık göstermek salabettir. Hiçbir makul gerekçe olmadan, hakkında hiçbir delil, nass ve hüküm olmadan yanlışta körü körüne inat ve ısrar etmek tam bir taassup halidir. Taassup, bilgiden, ölçüden ve muhakemeden yoksun cahil ve inatçı insanların ruh halidir. Bu durum nefsani arzulara uymaktan, menfaat ve korku gibi sebeplerden kaynaklanır ve bireyin de toplumun da ilerlemesini ve gelişmesini engeller.
Taassubun en büyük sebebi cehalettir. Cehalet ise bilmemek değil, yanlış bilmektir. Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 39:9.) buyururken hiç bilmemeyi değil, bilgiyi akıllıca kullanmamayı kast ettiği için ayetin sonunu “Ancak akıl sahipleri öğüt alır!” buyurarak bağlar. Bilgi ancak gerçeğe uygun olursa bilgi olur. Gerçeğe uygun olmayan malumat bilgi sayılmaz, yanlış bilenlere de bilgi sahibi denilmez. Öğretmen öğrencilere on soru sorar, öğrenci onuna da cevap verir; ama on üzerinden üç alır. Ben hepsini bildim diyen öğrenciye öğretmen; ama yanlış cevap vermişsin der. Yanlış bilgiyi bilgi olarak kabul etmez. Öğrenci yanlışını doğru gibi savunmaya başlamışsa taassuba girmiş ve bağnazlığa başlamış demektir.
Kişinin güvendiği ama ehil olmayan birisinden aldığı bilgiyi araştırmadan savunması taassuptur. Yüce Allah “Bilmiyorsanız bir bilene sorun!” (Enbiya, 21:7) buyurur. Bilen ise o konun ihtisas sahibi olan kimsedir.
Taassubun bir sebebi de kişinin benliği ve enaniyetidir. Kişi kendisini merkeze koyarak her şeyi kendisi açısından değerlendirmesi ve kendi aklını ölçü alması ve her şeyi ona göre değerlendirmesi taassubu götürür. Mekke müşrikleri kendi akıllarına göre peygamberimize (asm) akıl verip ona göre davranmasını tavsiye ettikleri zaman yüce Allah onları ikaz etti ve “Ey Habibim sen onlara de ki: Allah’a dinini siz mi öğreteceksiniz? Halbuki Allah göktekileri ve yerdekileri bildiği gibi her şeyi de hakkıyla bilendir.” (Hucurat, 49: 16.) buyurmuştur. Kendini beğenen ve kendisini akıllı kabul eden bir şey bilmediği halde herşeyi daha iyi biliyorum iddiası ile etrafa akıl verir ve başkasını cahillikle suçlayarak taassubun en koyu cehaletine düşer.
**
Taassuptan Kurtulmak için “Emr-i maruf ve nehy-i ani’l-münker” şarttır. Nitekim yüce Allah “İçinizden insanların hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. Kurtulacak olanlar onlardır.” (Âl-i İmran, 3:104.) buyurur.
Din akla hitap eder ve aklın güzelce işlemesini, çalıştırılmasını emreder. Allah’ın kitabını doğru anlamak ancak sahih ve doğru bilgilerle donanmış olan akılla mümkündür. Peygamberimiz (asm) ümmi idi. Yani mektep ve medrese görmemiş, okuması yazması yoktu ve hiçbir öğretmenden ders almamıştı. Bu nedenle yanlış bilgilerle aklı şaşmamış ve bozulmamıştı. Yüce Allah ona inzal ettiği vayh-ı mahz olan Kur’an-ı Kerim ile onun bozulmamış aklına hitap etti. Kitabın açıklaması da peygamberimize (asm) bizzat Hz. Cebrail (as) tarafından yapılmıştır.
Peygamberin (as) vasıflarından birisi “Fetanet” yani akıllı olmaktır. Yüce Allah “Biz bu Kur’anı insanlık için bereket kaynağı olarak inzal buyurduk. Artık ona uyun ve Allahtan korkun ki size merhamet edilsin!” (En’am, 6:155.) buyurarak Kur’an-ı Kerime uyulmasını istemiştir. Aklın görevi Kur’anı anlamaktır. Kur’an ise insanlığa akıllarına hitap ederek ders verir.
Aklı şaşırtan heva ve hevese uymaktır. Yüce Allah yoldan çıkmış olanları “Heva ve hevesini ilah edinenleri gördünüz mü?” (Furkan, 25:43.) ayeti ile bize haber verir. Bu nedenle peygamberimiz (asm) “Sakın heva ve hevese kapılmayın, bu gözü kör ve kulağınızı sağır eder.” (Süyûtî, Camiu’s-Sağîr, 1:338; Hadis No: 2928.) buyurmuşlardır. İnsanın nefsi, yani iki yakası arasındaki kendisi, bedeni arzular insanın en büyük düşmanıdır. (Beyhaki, Zühd, 343.)
**
Aşırı sevgi ve nefret de taassup sebebidir. Nitekim peygamberimiz (asm) “Bir şeyi aşırı sevmen seni sağır ve kör eder.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3:135.) buyurmuşlardır. Sevgi güzeldir; ancak hata ve kusurları görmeyecek ve haksızlığı savunacak kadar aşırı sevgi insanı yanıltır ve taassuba sürükler.
Kur’an-ı Kerim bizleri uyarır ve “Ey İman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan adalete şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan düşmanlığınız sizi adaletsizliğe ve haksızlığa itmesin. Bu konuda takvaya ve adalete daha yakındır. Allah’tan korkun. Zira Allah tüm yaptıklarınızdan haberdardır. “ (Maide, 5:8.) buyurur.
Sonuç olarak, “Kim azgınlık eder ve dünya hayatını tercih ederse şüphesiz onun gideceği ve sığınacağı yer cehennemdir. Kim de Allah’tan korkar ve nefsinin arzularından kendisini korursa şüphesiz onun gideceği yer de cennettir.” (Naziat, 79: 37-41.)
Ölümün ne zaman bizi yakalaacağını bilemeyiz. Yüce Allah “Siz farkında olmadan ansızın azabın gelmeden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun ki, ‘Allah’ın yanında, işlediğim kusurlardan dolayı vay hâlime!’ diye pişman olmayasınız!” (Zumer Suresi, 39: 55-56.) ferman eder.
Öyle ise bizler daima “Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalbimizi taassup, şüphe ve vesveselerle hasta etme, zulüm ve haksızlığa meylettirme. Bizlere katından hususi rahmet eyle!” (Âl-i İmran, 3:8.) diye dua etmeliyiz.
(908)