ANASAYFA RİSALE-İ NUR SADELEŞTİRME!
SADELEŞTİRME!

SADELEŞTİRME!

921
1

M. Ali KAYA

Risale-i Nurlar ilham ve sünühat olarak Bediüzzaman tarafında te’lif edilmiş ve katiplere sür’atle söylenerek yazılmış Kur’ân-ı Kerimin bir mu’cize-i maneviyesi ve asrımıza ve bundan sonraki asırlara hitap eden bir tefsiridir.

 

Bediüzzaman “Risale-i Nur benim bedelime sizlerle görüşür, derse müştak yeni kardeşlerimize güzelce ders verir. Nurlarla ya okumak veya okutmak veya yazmak suretindeki meşguliyet; tecrübelerle kalbe ferah, ruha rahat, rızka bereket, vücuda sıhhat veriyor” buyurur.

 

Risale-i Nurlar Kur’anın bu asra bakan dersi ve ondan mülhem hakikatlerinin izahı olduğu için “Vahiy dili” ile yazılmış ve yazdırılmıştır. Vahiy dili Kur’an’î ve imânî hakikatlerin ifade edildiği dildir. Yalnız akla değil, akıl ile beraber ruha, letaife , ruhâniyata, ahirete ve ilâhiyata ait yüksek manaları ve hakikatleri ders verecek ancak böyle yüksek bir üsluptur.

Bu sebeple Bediüzzaman “Kur’anın bir nevi tefsiri olan Sözler’deki hüner ve zerafet ve meziyet kimsenin değil; belki muntazam, güzel hakâik-ı Kur’âniyenin mübarek kametlerine yakışacak mevzun, muntazam üslup libasları, kimsenin ihtiyar ve şuuru ile biçilmez ve kesilmez; belki onların vücududur ki, öyle ister ve bir dest-i gaybîdir ki, o kamete göre keser, biçer, giydirir. Biz ise içinde bir tercüman, bir hizmetkârız.” (Mektubat, 415.) buyurmaktadır.

Bediüzzaman kendi ihtiyar ve iradesi ile değil bilakis ihtiyaca binaen bu asır insanına ilmen, amelen ve ihlas bakımından en layık birisi olduğu ve kalbini Kur’ân hakikatlerinin neşrine açtığı ve bunu kendisine en mühim mesele yaptığı için ilhamen ihtar edilen hakikatlerdir. Bunu Bediüzzaman’ın “Risale-i Nur’un mesaili; ilim ile, fikir ile, niyet ile ve kasdî bir ihtiyarla değil; ekseriyet-i mutlaka ile sünuhat, zuhurat, ihtarat ile oluyor” (Kastamonu Lâhikası, 210.) ifadelerinden anlıyoruz.

 

Hal böyle olduğu için Bediüzzaman “… ifadelerim baskasına benzemiyor. Bir harfin ve bazen bir noktanın yanlışıyla bir mes’ele değişir, mana bozulur” (Şualar, 488) diyerek bir harfin ve noktanın dahi değiştirilmesine müsaade etmediğini ifade ediyor. “Onlar ne hal ile yazılmış ise, öyle kalması lazım geliyordu. Sonradan tashih ve tanzim etmeye me’zun değiliz!” (Mektubat, 529.) ifadeleri ile de yazıldığı gibi kalması ve o halini muhafaza ederek okunması gerektiğini açıkça belirtmiştir.

 

Bediüzzaman ilhamen kaleme alınan Risalelerin üzerinde kendisinin dahi tasarruf yetkisinin olmadığını ifade etmek için meselâ “Hastalar Risalesi”nde “Altıncı Deva: Fıtrî bir surette bu lem’a tahattur ettiğinden, altıncı mertebede iki deva yazılmış. Fıtrîliğine ilişmemek için öylece bıraktık, belki bir sır vardır diye değiştimedik” (Lem’alar, 237.) buyurarak “Altıncı Deva”nın iki defa yazılmış olmasında dahi müdahele ederek ikincisini “Yedinci Deva” diye değiştirmemiştir.

 

Bediüzzaman Risale-i Nur hakikatlerinin Kur’an-ı Kerimin bir özelliği olarak herkese hitap ettiğini ve herkesin derecesine, ilmî ve içtimaî seviyesine, ihlas ve samimiyetine ve ihtiyacına göre istifade ettiğini belirterek anlaşılması zor gibi görünen risaleler için “Bu ehemmiyetli risalenin, herkes her bir meselesini anlamaz. Fakat hissesiz de kalmaz. Büyük bir bahçeye giren bir kimsenin, o bahçenin bütün meyvelerine elleri yetişmez. Fakat, eline girdiği miktar yeter. O bahçe yalnız onun için değil, belki elleri uzun olanların hisseleri de var.” (Şualar, 95.) buyurarak sadece aklın anlaması için değiştirilmesine ve anlaşılır hale getirme çabalarına karşı çıkmıştır.

Çünkü der Bediüzzaman: “Risale-i Nurun gıda ve taam hükmündeki hakikatlarından hem akıl, hem kalb, hem ruh, hem nefis, hem his, hisselerini alabilirler. Yoksa yalnız akıl cüz’î bir hisse alır, ötekiler gıdasız kalabilirler. Risale-i nur, sair ilimler ve kitaplar gibi okunmamalı. Çünkü ondaki iman-ı tahkiki ilimleri, başka ilimlere ve maariflere benzemez. Akıldan başka çok letâif-i insaniyenin kut ve nurlarıdır.” (Emirdağ Lâhikası, 1: 67.) buyurur.

 

**

Risale-i Nurlardaki terimler iman ve Kur’an hakikatlerinin isimleri ve unvanlarıdırlar. İsim ve unvanlar ise değiştirilmedikleri gibi tercüme de edilemezler. Bediüzzaman “… namazda ve ezandaki gibi elfaz-ı mübarekeler, mânây-ı örfîlerine alem ve nam olmuşlar. Alem ve isim ise değiştirilmez!” (Mektubat, 367.) demektedir.

Meselâ Allah kelimesi Allah’ın binbir isim ve sıfatlarını içine alan bir isimdir. Hiçbir dile tercüme edilmediği gibi başka isimlerle de değiştirilemez. Aynı şekilde “La ilâhe illallah” tevhide alem ve isimdir, “Sübhanallah” tesbihe, “Elhamdü lillah” hamd ve senâya, “Allahü Ekber” Allah’ın büyüklüğüne ve azametine isim ve alemdir. Asla tercüme de edilemez, değiştirilmez ve yerlerine başka kelimeler konmaz; ancak tefsir ve izahları yapılabilir. Risale-i Nurlar bu hakikatlerin ve unvanların izah ve tefsiridir.

 

**

İmanın ve Kur’an-ı Kerimdeki hakikatlerin, emir ve yasakların, farz ve haramların uygulanması ve insan ruhundaki tesiri için çok fazla izahlara ve aklı zorlamaya gerek yoktur. Kelime ve manalar kuvvet veren çok fazla bilgi, yorum ve bürhanlarla tekid etmekten ziyade kimin söylediği ve hangi makamda söylediği önemlidir ki buna “me’hazın kutsiyeti” denir.

“Me’hazın kudsiyeti, çok bürhanlar kuvvetinde tesirat gösteriyor; onun ile ahkâmı umuma kabul ettiriyor” (Mektubat, 342.) buyurur. Bu da vahiy dili ile nazil olan kutsi kelimelerle olur. Bu nedenle tercüme ve sadeleştirmeye gerek yoktur. Bilakis beşerin basit kelimeleri mananın kutsiyetini giderdiği için tesirini de azaltır.

Bu kadar çok kitapların ve vaazların yanında devletin baskısı ile uygulanmak istediği halde halkta tesir etmemesi ve toplumun ibadetten uzaklaşması “me’haz ve mananın kutsiyetinden uzaklaşma” değil de nedir?

 

**

BEDİÜZZAMAN METNE MÜDAHALEYE İZİN VERMEZ…

 

1948-1949 yılında Afyon hapsinde Ahmed Feyzi Ağabey Hz. Üstad’dan gençler için risalelerin sadeleştirilmesine dair mektubuna Bediüzzaman hazretleri şöyle cevap verir.

“Nur’un metni izaha ihtiyaç olsa, ya satırın üstünde, ya kenarında hâşiyecikler yazılsa daha münasiptir. Çünkü metin içinde girse, teksir edilen nüshaları ayrı ayrı olur, tashih lazım gelir. Hem su-i istimale kapı açılır, muarızlar istifade ederler. Hem herkes senin gibi muhakkik ve müdakkik olmaz, yanlış bir mana verir, bir kelime ilâve eder, ehemmiyetli bir hakikati kaybetmeye sebep olur. Ben tahihatımda böyle zararlı ilaveleri çok gördüm…” (Emirdağ Lâhikası, osm. 661.) buyurmuştur.

Bediüzzaman Risale-i Nurlara sadeleştirmeye, kelimeleri değiştirmeye ve üzerinde oynamaya müsaade etmemekte; ancak yanında veya üzerinde haşiye ve izahların yapılmasına, yani “Şerh, izah ve tanzime” müsaade etmektedir.

Yine Bediüzzaman “Fihrist Risalesi”ni yazarken güya manayı güzelleştirmek amacı ile bir kaç kelime ilave eden bir talebesini muhakeme ederek yanlışını göstermiş ve bir tokat akşederek “Titremeli idiniz. Ben dahi kalem karıştıramıyorum. Siz nasıl kalem karıştırdınız?” demiştir. (Sungur, Zübeyir, Ceylan)

(921)

Yorum(1)

  1. Makalede “Vahiy dili” şeklinde niteleme yapılmış. Vahiy teknik bir ifade ve sadece Kuranı ifade eden bir terim. Vahiy Dili nitelemesi yanlış anlaşılmaya müsait bir terim. Art niyetli veya zahiri bakan bir nazar, bu ifadeyi “vahiy” ile karıştırabilir. Zannedersem Risale-i Nurda da böyle bir tanımlama olmasa gerek. Bu makalede, Risalei Nurun edebi ve ilmi yönüne vurgu yapılması asıl olması gerekendir.

YORUM YAZ

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir