M. Ali KAYA
Mezhep “amaca götüren metotlu, sistemli yol” anlamına gelir.
Bu dinde Allah rızasına götüren bir mezhep olduğu gibi, yönetimde ve ilimde de amacı gerçekleştiren metot, yol ve yöntem veya sistem olabilir.
İslam bilginleri, “Usul İlmini” geliştirerek Kur’an ve Sünnetin nasslarından hüküm çıkarmışlar. Allah rızasını kazandıracak olan inanç ve amelleri farzlar, vacipler, sünnetler, haramlar, mekruhlar, menduplar ve müfsitler olarak metotlu ve sistemli hale getirip “mezhepler” oluşturmuşlardır.
Böylece doğru dini öğrenmeyi, makbul ibadet yapmayı kolaylaştırmışlardır.
**
“Lazım-ı Mezhebin” iki yönü vardır.
Birincisi: Mezhebin dayandığı temel “Nass”lar olan farzlar ve haramlar tüm mezheplerde ortak olduğu için mezhepten sayılmaz. Zira bunları kabul etmemek, red ve inkar etmek küfürdür. İnsanı daire-i itikattan ve İslamdan çıkarır. Mezhep ise daire-i itikat ve islam içinde füruat denilen hususlarda caridir. Bu temel prensipler “lâzım-ı mezheptir” bu nedenle mezhepten sayılmaz.
Medeniyeti oluşturan “İlim ve Sanat” da insanlığın ortak malıdır. Bu nedenle belli bir millete ve gruba verilemez. Dolayısıyla “Fenni ilimler Batının malıdır” denilemez.
Aynı şekilde yönetimin ve siyasetin temel prensipleri olan “Adalet, Hürriyet, Meşveret ve Kanun Hakimiyeti (Hukukun Üstünlüğü)” gibi temel prensipler de belli bir sisteme verilemez; yani sadece “Demokrasinin malıdır” denilemez. Zira yönetimin amacı ve hedefi bu prensipleri hakim kılmaktır.
Zira bunlar “Lâzım-ı Mezhebdir.”
Ancak bu prensipleri hakim kılacak usullerin ve sistemlerin içinde “Halkın katılımını, hür seçimi, ifade ve siyaset yapma hürriyetini sağlayan” demokrasi olduğu için demokratik yönetim doğru tercihtir. Hür seçim, ifade hürriyeti, seçme ve seçilme hürriyeti, halkın katılımı demokrasiye has olduğu ve demokrasiyi diğer istibdat yönetimlerinden ayırdığı için demokrasiye mal edilebilir. “Demokrasinin gereğidir” denebilir. Demokrasi de bu özellikleri ile “Monarşi” ve “Oligarşik” sistemlerden ayrılır.
Monarşi, Oligarşi ve Demokrasi yönetim sistemi, yani metot, görüş ve mezhep tarifine girer. “Adalet, Hürriyet, Meşveret, Hukuk” ise “Lazım-ı Mezhebi” oluştururlar.
**
İkincisi: Bir mezhebi, sistemi veya görüşü meydana getiren düşünce ve fikirler o mezhebin veya görüşün amacı ve hedefi olmayan manaları çağrıştırması veya istenmeyen sonuçları doğurması, mezhebin gereği ve lazımı olmadığı için o mezhep ve görüş onunla mesul olmaz, muaheze edilmez ve suçlanmaz.
Veya mezhebe sonradan sokuşturulan yanlış fikirler ve içtihatlar veyahut mezhebi takip edenlerin kişisel yanlışları, şahsi hataları ile o mezhep ve görüş veya sistem sorgulamaz ve suçlanamaz. Zira onlar mezhepten ve sistemden kaynaklanmaz, ferdi hatalardan veya uygulamadaki yanlışlardan kaynalanır. Hukukta “Suç işeleyenindir” prensibi vardır ve bundan dolayı suçu işleyenin mensup olduğu camia onunla muaheze edilmez.
Zira bu mezhebin, fikrin ve sistemin gereği değildir.
**
Asr-ı Saadetten bir misal verecek olursak…
Seferin birinde esir cariyelerden biri ile peygamberimize gelen bir sahabe “Ya Resulallah mü’min bir cariyeyi azat etme sözüm var.” diye yanındaki cariyenin mü’min olma şartını taşıyıp taşımadığını sordu. Peygamberimiz (asm) cariyeye dönerek “Allah nerededir?” diye sordu. Kadın başı ve parmağı ile semaya işaret etti. “Allah göktedir!” demek istedi. Peygamberimiz (asm) “Ben kimim?” dedi. Kadın yine parmağı ile göğü ve peygamberi işaret etti. “Sen Allah’ın peygamberisin” demek istedi. Peygamberimiz (asm) “Bu mü’mindir. Bunu azat et” buyurdular. (Heysemi, Zevaidi 1: 23.)
“Allah göktedir” diyen birisi Allah’a mekan izafe etmiş olmamaktadır. Bu ifadenin lazımı Allah’a mekan izafesidir ancak bununla mütekellimin Allah’a mekan izafe ettiği manası çıkarılmaz. Allah’ı yüceltme anlamı çıkarılır. Dolayısıyla “Lazım-ı mezhep mezhep olmadığı için” söyleyen de bununla muaheze edilmemiştir.
**
Bir başka açıdan meseleye bakacak olursak…
Usuli’d-Din ve Kelam uleması “Lüzum-u küfür, küfür değildir; iltizam-ı küfür küfürdür” demişlerdir. Daha açık bir ifade ile “Bazen söz küfür olur; ama söyleyen kâfir olmaz.” Çünkü, ağızdan çıkan söz, o sözün ifade ettiği manayı iltizam ederek söylenmemiş olabilir.
Kişinin ağzından çıkan ve sonuçta küfrü işmam eden sözle kişiye küfür isnat edilemez. Zira söz manası bilinmeden, sonucu düşünülmeden ve muhatabın anladığı mana kast edilmeden söylenmiş olabilir. Bu nedenle “Usul” bilginleri söze “Lüzûm-ı Beyyin” olma veya “İltizam etme” şartını getirmişlerdir.
Lüzum-u beyyin, sözün açık beyan olması ve işitenlerin çoğunluğunun “küfre delalet ettiğini” kabul etmesidir. Bazılarının veya garazkarların “Bu sözden şöyle bir mana çıkıyor!” demesi ile söyleyen suçlanamaz.
Zira “Bir kelamda, her fehme gelen şeylerde mütekellim muaheze olunmaz.” (Muhakemat, 2011, s. 69.) Yani mütekellim muhatabın her anladığı şeyden sorumlu değildir. Dolayısıyla “Sözünüzden şöyle bir mana çıkıyor.” “Fikrinizden şöyle bir sonuç çıkıyor” diye yapılan çıkarımlar mezhebin görüşü, yani “lazım-ı mezhepten” olmadığı için o mezhep ve düşünce onunla muaheze edilmez.
Sonuç
“Lazım-ı mezhep mezhep olmadığından, belki muahez değil…” (ESDE, Sünuhat, s. 497.) Bir görüşü, fikri veya siyasi partiyi destekleyen kişi de o partinin icraatlarından sorumlu olmaz. Çünkü oy vermek ve desteklemek yanlışlarını onaylamak anlamına gelmez. Ancak müspet ve iyi icraatlarından ve hayırlı faaliyetlerinden hissedar olur. Zira seçmenler milletvekiline, liderine ve başkanına zulüm ve haksızlık yapmaları için seçmemişlerdir.
Suçun şahsiliği ve müspet ve hayırlı amellerin müşterekliği esastır.
Ancak yanlışlarını, zulmünü ve haksız icraatlarını savunursa o zaman o icraatı iltizam etmiş olur ve zulmüne şerik olur. Bu durumda muaheze edilir.
(832)