ALLAH’IN ÂDEME RUH ÜFLEMESİ
Sual:
Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde “Biz Âdeme ruhumuzdan üfledik” (Hicr, 15:29) buyurmaktadır. ‘Bu durumda Allah kendi ruhunu cehennemde yakar mı? Kâfilerin de ruhu olduğuna göre bedenleri cehennemde yanar, ruhları azap görmez’ denebilir mi?
Cevap:
Allah ruhun yaratıcısıdır. Allah’ın bizim gibi ruhu ve bedeni yoktur. O cisimden, zamandan, mekândan ve mahlûkata ait olan bil-cümle hallerden münezzehtir. Allah-u Teâla ‘vücut mertebelerinin en kuvvetlisi’ ‘maddiyattan münezzeh’ ‘bütün mahiyetlere mübayin’dir.” Hal böyle olunca Allah’ın ruhu vardır ve o ruhtan üflemiştir demek mecazdır. Burada kast edilen insan ruhuna yüce Allah’ın cüz’î olarak merhamet, şefkat, muhabbet ve memnuniyet gibi manevi duyguları vermesidir. Nasıl ki yüce Allah insan bedenine işitme, görme, konuşma gibi kendisine ait olan subûtî sıfatlardan sem, basar ve kelam sıfatının cüz’î tecellisini vermiştir. Aynı şekilde manevi duyguları da vermiştir. Ancak bu sıfatlar Cenab-ı Hakkın sonsuz olan sıfatlarını anlamak içindir. Aynı şekilde insan nefsine “benlik/enaniyet” vererek sahiplik duygusunu yerleştirmiştir. Zira insan bu benlik duygusu ile ben varsam Allah da vardır. Ben nasıl bunu yapabiliyorum, Allah da bunların dışındaki her şeyi yapabilir. Benim gücüm buna yetiyor, Allah’ın gücü vardır ve her şeye kadirdir” diyebilsin ve anlasın…
Ruh Allah’ın emir âleminden olduğu “Ruh Rabbinin emrindendir” (İsra, 17:85) ayeti ile sabittir. Yüce Allah Âdemi çamurdan yaratıp tesviye ettikten sonra en son ona ruh vermiştir. Aynı şekilde “Allah insanı yarattı ve tesviye etti” (Â’lâ, 87:2) ayetine göre Allah anne rahminde insan bedenini yaratmış ve organlarını düzenlemiş ve en son ona ruh vermiştir.
Allah’ın ruh üflemesi de bedenin organlarını yaratıp ruhu taşımaya hazır hale gelen bedene hayat vermek, akıl, kalp ve duygularla donattığı ruhu onun bedenine göndermektedir. İşte bu duruma “ruh üfleme” denmektedir. Bu nedenle bedene ruhun üflenmesi insan bedenin anne karnında dört ay (120 gün) içinde organların teşekkülünden sonra olmaktadır.
Yüce Allah’ın hazinesi kelâmıdır. Nitekim buyurur: “Allah bir şeyin olmasını dilediği zaman ona ‘Ol!’ der o da anında oluverir.” (Yasin, 36:82) Böylece Allah her şeyi adem-i sırf dediğimiz tamamen yoktan yaratır. Yaratması ise kelamı iledir. Ve “Allah’ın emri bir defadır ve emir ile iş arası göz açıp kapamak kadar az bir zaman içindedir. (Kamer, 54:50) Ruhun yaratılması da böyledir. Sonuçta “yaratmak da emretmek de Allah’a aittir.” (A’raf, 7:54) Allah Hz. Âdemi de topraktan yarattı ve sonra ona ‘Ol!’ dedi o da hemen oluverdi. (Al-i İmran, 3:59) ayeti mahlukat gibi Hz. Âdem’in (as) da bir emirle yaratıldığını ifade etmektedir.
Beden maddeden yaratılmıştır, cansız ve hareketsizdir. Ruh ise yaratıcı Allah ile maddi beden arasında ilâhî bir cereyandır. Aynen bilgisayara elektrik vermek gibidir. Allah bedeni ölümlü, değişken ve gelişmeye müsait olarak yaratmıştır. Ruhu ise ölümsüz, basit ve değişmez yaratmakla beraber duygularını gelişmeye müsait olarak yaratmıştır. Ruh bedene girince ona hareket, hayat ve akıl, şuur gibi duygular verir. İnsan bu duygularını akıl ve iradesi ile ya geliştirir veya öldürür. Ya hayra veya şerre kullanır. Buna göre de mükâfatı veya cezayı hak eder. Akıl nasıl ki hayat boyu eğitim ve tecrübe ile gelişme kaydeder, diğer duygular da böyle terakki eder. Sonuçta insan ruhu cennete layık olacak güzel duygularla ve güzel ahlakla, ilim ve hikmetle donanımlı hale gelir.
Hayat boyu ruh ve beden ikilisi beraber hareket ederek birbirini etkiler ve hayrı da şerri de beraber işlerler. Yani kazanımları müşterektir. Biri olmayınca diğeri olmaz. Hal böyle olunca Allah’ın bedeni cezalandırıp ruhu cezalandırmaması veya ruhu mükâfatlandırıp bedeni cezalandırması haksızlık ve zulümdür. Allah asla zalim değildir ve böyle haksızlığı yapmaz. Bu nedenle ibadetin ve iyiliğin mükâfatını cennette ruh ve beden beraber göreceği gibi, yaptıkları kötü ve şerli işlerin cezasını da cehennemde beraber çekerler.
Sonuç olarak Allah’a beden denemeyeceği gibi ruh ve nur denemez. Ancak nuru ve ruhu yaratan denir. Allah’a “Nur” denmesi “Hayat” denmesi gibidir ve mecazidir. Zira “Hayy” yani hayatı veren ve yaratan Allah olduğu gibi, nuru ve nurdan melekleri, hayatı ve canlı tüm varlıkları yaratan ve ruhu ve ruhlu varlıkları yaratan ve ruh veren Allah’tır denir. Zaten “Ruh ve Ruhu’l-Küdüs” Allah’ın vahiy ve ilham meleği Cebrail’in (as) unvanıdır. Cebrail’e (as) ruh denmesinin sebebi de Cebrail’in (as) Allah’ın vahyini (peygamberlere vahiy ve mahlukata ilham olarak) mahlukata getirerek onların maddi ve manevi hayat bulmasını sağlamasından dolayı mecazi olarak “Ruh” ve “Ruhu’l-Kuds” denmiştir. Hz. Meryem’e (as) erkek gibi görünerek ruh üflemesi de Allah’ın “Meryem’e de ruhumuzdan üfledik” buyurması “Sana müjdeler olsun Allah sana İsa (as) adında bir erkek çocuğu verecek” demesinden ibarettir. Bu kelam Hz. İsa (as) suretinde tecelli etmiştir. Yani Allah Hz. İsa’nın hem bedenini hem de ruhunu Hz. Cebrail’in Allah’ın emrini bu şekilde tebliği ile yaratmıştır. Zaten “Allah bir şeyin olmasını irade ederse ona “Ol!” der o da hemen oluverir” ayeti bunu açıklamaktadır.
Bütün bunlardan anlaşıldı ki ruh da beden ve madde gibi Allah’ın mahlûkudur ve Allah’ın eseri ve sanatıdır. Dilerse iman ve ibadetinden dolayı cennetine alır, dilerse günahlarını affetmez hikmeti gereği cehenneme atar. Hiçbir şey Allah’ın bir parçası değildir ve olamaz. Allah bütün âlemlerden ve mahlûkattan müstağnidir ve mahlûkata zıttır ve haricindedir.
Yüce Allah’ın “ruhumdan nefhettim, yani üfledim” demesinin sebebi de hayat ve ruhun doğrudan Allah’a ait olup arada sebeplerin vasıta olmamasını ifade etmek içindir. Yani hayat ve ruh vermek doğrudan Allah’a aittir ve bunlar için herhangi sebep araya girmemektedir. Bu nedenle hayat ve ruh Allah’ın varlığının en büyük ve en parlak delidir. Zira Allah maddi şeyleri sebep ve sonuç ilişkisine bağlamış ve bir silsile takip etmiştir. Ama hayat ve ruh için böyle bir aracı, sebep ve silsile yoktur ve doğrudan Allah’a aittir. Yani “Şu sebeple bu ruh oluştu” denemez. Doğrudan “Allah ona ruh verdi” denir.
Ruh ile ilgili bilmemiz gereken şeylerin bir kısmı budur.
(3254)