ANASAYFA TEZLER FİTNE NEDİR?
FİTNE NEDİR?

FİTNE NEDİR?

1.78K
1

FİTNE NEDİR?

Fitne, küfür, azgınlık, sapıklık, bozuk fikir ve inançlar, azgınlık, insanları yoldan çıkarma, kavga, toplumun asayiş ve güvenliğini bozma, anarşi ve terör manalarına gelmektedir. (Lisanu’l-Arab, 13:317.) Hadislerde daha çok ihtilaf, bozuk fikir ve düşünceler ve ihtilal manalarında kullanılmıştır. (Tecrid-i Sarih, 12:290.) Kur’an-ı Kerim fitneyi azap, (Zariyat, 51:14.) Şirk ve küfür (Bakara, 2:193.) manasında kullanmış ve “Fitne katilden beterdir” (Bakara, 2:217.) buyurmuştur. Yine günah (Nur, 24:63.) doğru yoldan, istikametten ve sırat-ı müstakimden ayrılma (İsra, 17:73.) imanda şüphe ve tereddüde düşürme ve dalalete sürükleme (Saffat, 37:161-163.) manalarında kullanmıştır.
Peygamberimiz (asv) kendisinden sonra “Fitne, deniz dalgaları gibi gelir” (Buhari, Fiten, 17; Müslim, İman, 231.) buyurarak kargaşa ve anarşiden sosyal kargaşalardan bahsetmiştir. Peygamberimiz (asv) özellikle deccaldan bahsederken fitne olarak nitelemiştir. (Buhari, Fiten, 26; Ebu Davud, Fiten, 24.)
Yüce Allah “Ey mü’minler! Öyle bir fitneden sakının ki yalnız zulmedenlere has kalmaz, masumları da kuşatır” (Enfal, 8:25.) ayeti fitnenin gizli olmakla beraber dehşetini de ortaya koymaktadır. Nitekim İslam’da fitneler genellikle siyasi amaçla çıkarılmıştır. Hz. Osman’ın (ra) şehadeti ve sonrasında meydana gelen olaylar, Cemel, Sıffın, Nehrevan savaşları, Harici, Mutezilî, Şiî ve Kaderiye fitneleri bu nevidendir.
Peygamberimiz (asv) tüm fitneleri ümmetine haber verip bunlardan sakındırdığı gibi en çok da “Ahirzaman Alametleri” olarak Deccal ve Süfyan’ın gizli fitnelerinden haber vermiş ve ümmetini sakındırmıştır. Ahir zamanın en dehşetli fitneleri ile mücadele eden, bu fitneleri yatıştırmak, ortadan kaldırmak için çalışan ve gayret gösteren “Mehdi” etrafında ümmetini toplamayı ve kurtarmayı istemiş ve Mehdinin alametlerini sayarak ümmetini onun etrafında toplamak istemiştir. Deccal’ın fitnesinin cazibedar olduğunu haber vermiştir. Daha çok aklı şaşırtarak özellikle gençleri yoldan çıkaran hevesat ve lehviyat olduğunu açıkça ifade etmiştir. (Sözler, 2004, s.236.)
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri Asr-ı Saadette meydana gelen fitnenin hikmetinin kış ve bahar fırtınalarına benzeterek çekirdek hükmündeki istidat ve kabiliyetlerin gelişimine hizmet ettiğini belirtmektedir. (Mektubat, 2004, s.173-174.) Fitne aklı başında olmayanları, heva ve hevese kapılanları ve nefsin müştehiyatına kapılanları yoldan çıkarsa da aklı başında olanların kabiliyetlerinin inkişafına Kur’ânın, şeriatın, hadisin ve hakâık-ı imaniyenin muhafazasına sebep olmaktadır. (Mektubat, 174.) Atmacaların serçe kuşlarına musallat olması serçenin kabiliyetlerinin inkişafına vesile olması gibi… Ahirzamandaki fitnenin en büyük fitne olarak nitelenmesinin sebebi peygamberimizin (asv) hadisleri ile “Deccal ve Süfyanın sersem ve serkeş nefisleri meftun ederek kimsenin nefsine hâkim olamaması ve ister istemez kapılmasından dolayıdır.” (Şualar, 2005, s.912; Deylemi, Müsned, 1:266.)
Bediüzzaman hazretleri “Fitne-i ahirzamanının müddetinin uzun olduğunu” (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, 2006, s. 239.) belirtir. Bu fitnenin de en dehşetlisi ve cazibedar olanının kadınların yüzsüz yüzünden çıktığını açıkça ifade etmiştir. O fitne o kadar dehşetlidir ki ihtiyarı selb ederek pervane gibi sefahet ateşine atar. Biçâre gençler de mıknatıs gibi cezbedici fitnenin ateşinden kendisini kurtaramazlar. Bu fitneyi yakan ve ateşlendiren de irtidatkar bir şahs-ı manevidir. (Gençlik Rehberi, 2000, s. 25.) Önce heva ve hevesle aldatır ve fıska atar, fasıkları da imanda şüpheye düşürerek sonuçta imandan mahrum eder ve ebedi hasarete atar. Zira hasaretin sebebi fısk ve sefahettir. (Bakara, 2:26; İ. İ’caz, 2006, s.368.)
Fitne zulmü netice verir. Zulüm ise en büyük günahlardandır. Özellikle kanun namına zulüm bir ferdi değil, tüm ülke vatandaşlarını rencide eder ve her ferde bu zulmün bir ucu dokunur. Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde “Sakın zulme meyletmeyiniz, aksi takdirde cehennemin dehşetli azabı size dokunur” (Hud, 11:113.) buyurarak değil zulme âlet olanı ve taraftar olanı belki ednâ bir meyledenleri dahi dehşetle ve şiddetle tehdit ediyor. (Mektubat, 2004, s. 604.)
Fitnenin ikinci kaynağı bid’a ve dalalet fikirlerine kapılmaktır. Bid’a farz ve sünnetlerin yerine geçen adetler ve inanç ve itikada aykırı düşünce ve fikirlerdir. İlmen ve fikren bid’a ve dalalet fikirlere kapılmak ve taraftar olmak bid’aya kapılmak anlamına gelir. Bediüzzaman “Ayasofya’yı puthâne ve Meşihat’ı kızlar lisesi yapan bir kumandanın keyfî kanun namındaki emirlerine fikren ve ilmen taraftar değiliz ve şahsımız itibarıyle amel etmiyoruz” (Şualar, 620.) buyurarak ilmen ve fikren taraftar olmamak gerektiğini belirtmektedir.
Ahir zaman fitnesinin genellikle ilim adı altında İslam inançlarına aykırı felsefi ve siyasi fikirlerden geldiği için Bediüzzaman “Ekberu’l-Kebâir” ve “Mubikat-ı Seb’a” olarak ifade edilen büyük günahlardan birisi de “Bid’alara taraftar olmak” (Barla Lahikası, 2006, s.534.) şeklinde hükmetmiştir.
İnsanlar ve onların yöneticileri Kur’ana ve İman hakikatlerine sahip çıkmazlar ve imanın revaç bulmasına, kalplerde ve gönüllerde yerleşmesine çalışmazlarsa kesinlikle küfür ve inkârdan kaynaklanan anarşi ve teröre mağlup olurlar. Türk milleti de İslam dünyasının muhabbet ve uhuvvetini kaybederek dehşetli bir nefret ve düşmanlıklarını kazanır. Siyasi olarak bundan daha dehşetli bir fitne olabilir mi? (Emirdağ Lahikası, 2006, s.374.)
Bediüzzaman imansızlıktan kaynaklanan anarşi ve terörün önlenebilmesi için iman hizmeti yanında “Suç işleyenindir. Hiç kimse bir başkasının hatasından dolayı suçlanamaz ve yargılanamaz” (Fatır, 35:18; Necm, 53:38.) ayeti gereği adalet-i ilâhiye namına hakâık-ı İslamiye daireside adil mahkemeler açmadığı taktirde anarşi ve teröre, ye’cüc ve me’cüclere teslim olacağını haber vermektedir. (Hutbe-i Şamiye, 1996, s.83.)
Müslümanların fitnelere düşmelerinin sebebinin de ehl-i islamın fevkalade safderunluğu olduğunu da bize ihtar eder. Bu saflıklarından dolayıdır ki binler cinayet işleyen ve binler maddi ve manevi hukuk-u ibadı mahveden bir adamdan bir tek iyilik görse onu affedip ona bir nevi taraftar çıkmasıdır. Hal böyle olunca azın azı olan ehl-i dalalet ve tuğyan safdil taraftarları ile çoğunluğu ele geçirerek çoğunluğun hatasına terettüp eden umumi musibetin devamına ve şiddetlenmesine kader-i ilâhiyeye fetva verdirirler. Musibete müstehak olurlar. (Kastamonu Lahikası, 2006, s.48.) Bu durum ise dehşetli bir haksızlıktır. Çünkü binler Müslümanların ebedi hayatlarını mahveden ve yüzer ehl-i imanın su-i âkıbetine ve imansız kabre girmesine sebep olan ve müthiş günahlara sevk eden adamalara şefkatle muamele etmek ve taraftar olmak ve merhamet göstererek cezadan kurtulmalarına dua etmek ehl-i imana dehşetli bir merhametsizlik ve alçakça bir zulüm ve haksızlıktır. (Kastamonu Lahikası, 91.)
Yüce Allah fitne ve fesadın önünün alınması ve halkın uyarılması için Kur’ân-ı Kerimde “İçinizde insanları hayra davet eden ve şerden sakındıran bir topluluk bulunsun” (Âl-i İmran, 3:104.) ferman eder. Buna göre “Emr-ı maruf ve nehy-i ani’l-münker görevi farz-ı kifayedir. Toplumda bu vazife yapılmayınca bütün Müslümanlar mesuliyet altına girerler. Kur’ân-ı Kerim “Allah yolunda hakkıyla ve gücünün yettiği kadar mücahede etmek ve bu konuda hiç kimsenin kınamasından korkmamalı, anne-babası engel olacak olsa da onları dinlemeden yapmakla mükelleftir. (Maide, 5:54; Tegabün, 64:16.)
Ahir zamanda münafıkâne ve ikiyüzlü davranarak Müslümanlara dönüp Müslümanca, kâfirlere ve ehl-i dalalete dönüp münafıkça davranan ve mü’minlerin fikirlerini bullandıran, inançlarını sarsan, amellerinin iptaline sebep olan, heva ve hevesi uyandırıp her nevi müştehiyatı helal kılan ve Müslümanları dünyaya ve sefahete yönlendiren İslam deccalı süfyanı tanıyan mü’minlerin en önemli görevi onu teşhir etmek ve şerrinden mü’minleri sakındırmaktır. Bediüzzaman bu dehşetli şahsın mahiyetinin bilinmesi ve tanınmasının binler adamın hapse girip idam edilmesi pahasına olsa din-i İslam’a hizmet açısından ucuz olacağını ifade etmektedir. (Şualar, 2005, s.616.)
Şeytanın en büyük desise ve hilelerinden birisi de aldattığı kimselere kendi varlığını inkâr ettirmesi veya unutturmasıdır. Aynı şekilde ahir zamanda fitnenin başına geçecek olan Süfyan da kendi taraftarlarına kendisinin Süfyan olduğunu inkâr ettirir ve bu gizlilik altında fitnesini her tarafa yaygınlaştırır. Bu nedenle Kur’ân-ı Kerim “Zekkirhum bi-eyyâmillah” (İbrahim, 14:5) ayeti imaen “onun dehşetli vaziyetinin unutulmaması için devamlı hatırlat” ferman eder. (Şualar, 2005, s.1110-1111.)
Bediüzzaman Nurların dostu olanların dahi “Sözlere ve envar-ı Kur’âniye olan Nur hizmetine ciddi taraftar olacak, haksızlığa ve bid’alara ve dalalete kalben taraftar olmayacak ve kendisi de istifadeye çalışacak. (Mektubat, 2004, s.575.) Burada Bediüzzaman Nurlara dost olmanın şartı olarak bid’alara ve müfsitlere kalben taraftar olmamayı şart koşmaktadır. Dolayısıyla bid’alara, dalalete ve ifasat komitesine ve liderlerine kalben taraftar olanın dost dahi olamayacağını açıkça belirtir.
İslam bilginleri peygamberimizin (asv) hadislerine dayanarak “ahir zamanda gelecek olan ve nifakın başına geçen, münafıkane hareket eden süfyani deccala kalben taraftar olan ve arkasından yedi adım gidenin dahi imandan hissesinin olmadığını ve manen helak olacağını” söylemişlerdir. Mü’min ve özellikle Nur Talebesi Bediüzzaman’ın Divan-ı Harb-i Örfide dediği gibi “Her şeyi mizan-ı şeriatla muvazene ederek İslamiyet nokta-i nazarından” mütalaa edip yorumlaması gerekir.

 

M. Ali KAYA

(1775)

REM

Yorum(1)

YORUM YAZ

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir