ANASAYFA ÖĞRETİM PROGRAMLARI TEVHİD Yaratılışta Sebeplerin Tesirinin  Olmaması

Yaratılışta Sebeplerin Tesirinin  Olmaması

10
0
Modül (öneri) No 30
Öğrenme Alanı (Temel konu) Tevhid
Modül (Alt konu) Yaratılışta Sebeplerin Tesirinin  Olmaması
Amaçlar Kâinatta meydana gelen olaylarda sebeplerin hakikî tesirinin olmadığını kavrar.

Yaratılışta Allah’ın hakikî tesir sahibi olduğunu bilir.

Süre 40 dk
Seviye Orta Seviye
Yöntem ve Teknik-Etkinlik Deneysel Drama – İlke Çıkarma
Materyal ve Teknoloji Fön makinesi, 4 adet temel renkte (kırmızı, mavi, sarı vb) sıvı boya, temizlik sağlamak için şeffaf naylon
İşleniş/Öğrenme-öğretme süreci Öğrenciler 2’şer kişilik gruplara ayrılır.

Boyalar 2 ayrı uygulamada kullanılmak üzere bölünür.

İşlem basamakları gruplara ifade edilir.

Uygulama,

*Yere naylon serilir, üzerine genişçe bir kap konulur.

*Tesadüf ve sebeplerin intizamla iş göremeyeceğinin anlaşılması için, sulu boyaların kutularına fön makinesi tutularak kutular leğenin içine düşürülür ve dökülen boyalardan istenen bir rengin çıkarılması test edilir.

*Ortaya karmakarışık renkler çıkınca ortalık temizlenir.

*Sonraki aşamada gruptaki öğrenciler kendilerine verilen ölçülerle boyaları karıştırır.  Örn, mavi ile sarı birleşince yeşil renk olur.

*Öğrenci bu etkinlikle ancak renklerin ilmini bilen birisi belirli bir ölçü olduğunda yeni ve güzel bir renk çıkabileceğini görmüş olur. Şuursuz sebeplerin (fön makinesi) intizamlı bir şeyi (istenen renk) ortaya çıkarmadığı hususunun anlaşılmasına rehberlik edilir.

 

Sonraki aşamada okunan metin ve yapılan etkinlikle ilgili ilke çıkarmaları istenir.

İlke Çıkarma

*Öğrencilere kalem ve kağıt verilir.

*Yapılan etkinlikteki gözlemleri yazmaları istenir.

*Bu gözlem sonucunda ilim ve iradeleri ile grupların ortaya çıkardığı boyalar ile Allah’ın kainatta koyduğu ölçü ve düzeni karşılaştırması istenir.

*Şuursuz sebeplerin kainatta hakiki tesir sahibi olmadığı tespitinin yapılması beklenir.

Ölçme ve Değerlendirme Deneysel drama ve ilke çıkarma tekniklerinin basamakları dikkate alınarak gözlem listesi kullanılarak değerlendirme yapılır. (İlgili basamaklar işleniş kısmında ifade edilmiştir.)
İlişkili metinler Birincisi: Bir eczahanede, gayet muhtelif maddelerle dolu, yüzer kavanoz şişeler bulunuyor. O edviyelerden, zîhayat bir macun istenildi. Hem hayattar, harika bir tiryak, onlardan yapılmak icab etti. Geldik, o eczahanede, o zîhayat macunun ve hayattar tiryakın çoklukla efradını gördük. O macunlardan her birisini tetkik ettik.

Görüyoruz ki o kavanoz şişelerden her birisinden, bir mizan-ı mahsusla, bir iki dirhem bundan, üç dört dirhem ötekinden, altı yedi dirhem başkasından ve hakeza muhtelif miktarlarda eczalar alınmış. Eğer birinden, bir dirhem ya noksan veya fazla alınsa, o macun zîhayat olamaz, hasiyetini gösteremez. Hem o hayattar tiryakı da tetkik ettik. Her bir kavanozdan bir mizan-ı mahsusla bir madde alınmış ki zerre miktarı noksan veya ziyade olsa tiryak hassasını kaybeder. O kavanozlar elliden ziyade iken, her birisinden ayrı bir mizanla alınmış gibi ayrı ayrı miktarda eczaları alınmış.

Acaba hiçbir cihette imkân ve ihtimal var mı ki o şişelerden alınan muhtelif miktarlar, şişelerin garip bir tesadüf veya fırtınalı bir havanın çarpmasıyla devrilmesinden, her birisinden alınan miktar kadar, yalnız o miktar aksın, beraber gitsinler ve toplanıp o macunu teşkil etsinler? Acaba bundan daha hurafe, muhal, bâtıl bir şey var mı? Eşek muzaaf bir eşekliğe girse, sonra insan olsa “Bu fikri kabul etmem” diye kaçacaktır.

İşte bu misal gibi her bir zîhayat elbette zîhayat bir macundur. Ve her bir nebat, hayattar bir tiryak gibidir ki, çok müteaddit eczalardan, çok muhtelif maddelerden, gayet hassas bir ölçüyle alınan maddelerden terkib edilmiştir. Eğer esbaba, anâsıra isnad edilse ve “Esbab icad etti” denilse, aynen eczahanedeki macunun, şişelerin devrilmesinden vücud bulması gibi, yüz derece akıldan uzak, muhal ve bâtıldır.

Elhâsıl, şu eczahane-i kübra-i âlemde, Hakîm-i Ezelî’nin mizan-ı kaza ve kaderiyle alınan mevadd-ı hayatiye, hadsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir ilim ve her şeye şâmil bir irade ile vücud bulabilir. “Kör, sağır, hudutsuz, sel gibi akan küllî anâsır ve tabâyi ve esbabın işidir” diyen bedbaht, “O tiryak-ı acib, kendi kendine, şişelerin devrilmesinden çıkıp olmuştur” diyen divane bir hezeyancı, sarhoş bulunan bir ahmaktan daha ziyade ahmaktır. Evet, o küfür ahmakane, sarhoşâne, divanece bir hezeyandır.

[…]

Elhâsıl, tabiiyyunların, mevhum ve hakikatsiz, tabiat dedikleri şey, olsa olsa ve hakikat-i hariciye sahibi ise, ancak bir sanat olabilir, sâni’ olamaz. Bir nakıştır, nakkaş olamaz. Ahkâmdır, hâkim olamaz. Bir şeriat-ı fıtriyedir, şâri’ olamaz. Mahlûk bir perde-i izzettir, hâlık olamaz. Münfail bir fıtrattır, fâtır bir fail olamaz. Kanundur, kudret değildir, kàdir olamaz. Mistardır, masdar olamaz.

[…]

Ey esbabperest ve tabiata tapan bîçare adam! Madem her şeyin tabiatı, her şey gibi mahlûktur; çünkü sanatlıdır ve yeni oluyor. Hem her müsebbeb gibi, zâhirî sebebi dahi masnudur.

Ve madem her şeyin vücudu pek çok cihazat ve aletlere muhtaçtır. O halde, o tabiatı icad eden ve o sebebi halk eden bir Kadîr-i Mutlak var. Ve o Kadîr-i Mutlak’ın ne ihtiyacı var ki, âciz vesaiti rububiyetine ve icadına teşrik etsin? Hâşâ! Belki doğrudan doğruya, müsebbebi sebep ile beraber halk ederek, cilve-i esmasını ve hikmetini göstermek için bir tertip ve tanzim ile zâhirî bir sebebiyet, bir mukarenet vermekle, eşyadaki zâhirî kusurlara, merhametsizliklere ve noksaniyetlere merci olmak için esbab ve tabiatı dest-i kudretine perde etmiş, izzetini o suretle muhafaza etmiş.

(Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2022, s. 296-306)

(10)

YORUM YAZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir