Şeriat-ı Fıtriye
Modül (öneri) No | 40 |
Öğrenme Alanı (Temel konu) | Allah’a İman |
Modül (Alt konu) | Şeriat-ı Fıtriye |
Amaçlar | ● Şeriat-ı fıtriyenin Allah’ın irade sıfatından kaynaklandığını açıklar.
● Âlemdeki fizikî kanunlara şeriat-ı fıtriye olarak bakar. |
Süre | 40 dk |
Seviye | İleri Seviye |
Yöntem ve Teknik-Etkinlik | Güdümlü Zıt Panel – Vızıltı Grupları |
Materyal ve Teknoloji | |
İşleniş/Öğrenme-öğretme süreci | Ders grubu metinleri okur
Daha sonra zıt panel tekniği uygulanmak üzere sınıf soru ve cevap grubu olmak üzere ikiye ayrılır. Soru grubuna ilgili kazanımlarla alakalı soruların sorulması noktasında muavinlik edilir. Örnek: Allah’ın iradesinin kainattaki hükmü nasıldır? “Tabiat kanunları” diye anılan işler bizzat hüküm sahibi midir? Fiil failsiz olabilir mi? Fiiller içindeki bir kısım camidat fiilin faili olabilir mi? İnsanın fiilleri üzerine şeriat tayin eden Allah’ın kainat üstündeki şeriatı nasıldır? Şeriatın iki türü nedir?
İlgili sorular soru grubuyla paylaşıldıktan sonra soru-cevap gruplarına 10 dakika süre verilir. Konu tartışılır. İlk turdan sonra soru ve cevap grubu yer değiştirir.
Daha sonraki aşamada vızıltı grupları tekniği kullanılarak, 2’şer kişilik gruplarla belirlenen sorular 2 dakika boyunca tartışılır ve cevaplar not alınır.
|
Ölçme ve Değerlendirme | Vızıltı grupları tekniğinde tartışma sonucu kaleme alınan cevaplar kontrol edilerek değerlendirme yapılır. |
İlişkili metinler | Sual: Nedir şu tabiat, kavânîn, kuvâ ki onlar ile kendilerini aldatıyorlar?
Cevap: Tabiat, âlem-i şehadet denilen cesed-i hilkatin anasır ve azasının ef’alini intizam ve rabt altına alan bir şeriat-ı kübra-i İlâhiyedir. İşte şu şeriat-ı fıtriyedir ki, sünnetullah ve tabiat ile müsemmadır, hilkat-i kâinatta cârî olan kavânîn-i itibariyesinin mecmu ve muhassalasından ibarettir. Kuvâ dedikleri şey, her biri şu şeriatın birer hükmüdür. Ve kavânîn dedikleri şey, her biri şu şeriatın birer meselesidir. Fakat o şeriattaki ahkâmın yeknesak istimrarına istinaden vehim, hayal tasallut ederek tazyik edip, şu tabiat-ı hevaiye tevazzu ve tecessüm edip, mevcud-u hâricî ve hayalden hakikat suretine girmiştir. Hayali, hakikat suretinde gören, gösteren nüfusun istidad-ı şûresinden, fâil-i müessir tavrını takmıştır. Halbuki kör, şuursuz tabiat, kat’iyen kalbi ikna edecek ve fikre kendini beğendirecek ve nazar-ı hakikat ona ünsiyet edecek hiçbir mülâyemet ve münasebet yok iken ve masdar olmaya kabiliyeti mefkud iken, sırf nefy-i Sâni’ farazından çıkan bir ıztırar ile veleh-resân-ı efkâr olan kudret-i ezeliyenin âsâr-ı bâhiresinin tabiattan sudûru tahayyül edilmiş. Halbuki, tabiat misalî bir matbaadır, tâbi’ değil; nakıştır, nakkaş değil; kàbildir, fâil değil; mistardır, masdar değil; nizamdır, nâzım değil; kanundur, kudret değil; şeriat-ı iradiyedir, hakikat-i hâriciye değil. Meselâ, yirmi yaşında bir adam birdenbire dünyaya gelse, hâlî bir yerde muhteşem ve sanayi-i nefisenin âsârıyla müzeyyen bir saraya girse, hem farz etse, kat’iyen hariçten gelme hiçbir fâilin eseri değil; sonra içindeki eşya-i muntazamaya sebep ararken tanziminin kavânînini câmi’ bir kitap bulsa, onu ma’kes-i şuur olduğundan bir fâil, bir illet-i ıztırarî kabul eder. İşte, Sâni-i Zülcelâl’den tegafül sebebiyle böyle gayr-i makul, gayr-i mülâyim bir illet-i ıztırarî olan tabiatla kendilerini aldatmışlar. Şeriat-ı İlâhiye ikidir: Biri, sıfat-ı kelâmdan gelen bir şeriattır ki, beşerin ef’al-i ihtiyâriyesini tanzim eder. İkincisi, sıfat-ı iradeden gelen ve evâmir-i tekviniye tesmiye edilen şeriat-ı fıtriyedir ki, bütün kâinatta cârî olan kavânîn-i âdâtullahın muhassalasından ibarettir. Evvelki şeriat nasıl kavânîn-i akliyeden ibarettir; tabiat denilen ikinci şeriat dahi mecmu-u kavânîn-i itibariyeden ibarettir, sıfat-ı kudretin hassası olan tesir ve icada mâlik değillerdir. (Mesnevî-i Nuriye, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2022, s. 270-271) |
(115)