Nübüvvetin Gerekliliği

21
0
Modül (öneri) No 33
Öğrenme Alanı (Temel konu) Peygamberlere İman
Modül (Alt konu) Nübüvvetin Gerekliliği
Amaçlar Peygamberlere imanın uluhiyetin gereği olduğunu fark eder.
Süre 40 dk
Seviye Orta Seviye
Yöntem ve Teknik-Etkinlik Rehber Tekniği – Vızıltı Tekniği
Materyal ve Teknoloji Yabancı dilde bir metin (metnin içeriği işleyişte anlatıldı)
İşleniş/Öğrenme-öğretme süreci Derse öğreticinin anlamını bildiği, teneffüsteki ikramların mutfakta hazır olduğunu ve yemeye geçilebileceğini söyleyen yabancı dilde (mümkünse alfabede yabancı olsun) bir metin getirilecek.

*Öğrenciler 3-4 kişilik gruplara ayrılacak.

*Gruplardan metnin yorumlanması istenir. Her gruptan bir yorum istenir.

*Grup sözcüleri seçilir. Sözcüler, grubun metne verdikleri manayı sesli olarak herkese okur.

*Metin anlaşılmadığından çok farklı manalar ortaya çıkar.

*Kağıtta yazan gerçek bilgileri öğretici anlatmaya başlar.

*Metin teneffüste verilecek ikramların mutfakta hazır olduğunu söylediği için öğrenci açısından çok ilgi çekicidir ve önemli bir bilgi öğrenilir.

*İkram faslı yapılır. İkram faslından sonra daha önce oluşturulan gruplar tekrar bir araya gelir.

 

Daha sonra vızıltı grupları tekniği uygulanır.

Vızıltı Grupları Tekniği

*Ders grubunun sayısına göre sınıf, 3-4-5 kişilik gruplara ayrılır ve her grup üyesinin grup üyesi sayısı kadar dakika olacak şekilde((ör. 3 kişi-3 dakika) meseleyi tartışır. Tartışılmasına rehberlik edilecek konular: “Metnin manasını söyleyen öğretici olmadan kağıtta yazan kıymetli bilgilerin ve mutfaktaki ikramların öğrencilere faydası var mıdır?” ve “sanatla yaratılan bu kainatta, bu ince sanatların manalarını anlatan peygamberler olmadan, sanatların manası ne kadar anlaşılabilir?”

*Grup konuşmaları sonucunda grup sözcüsü sonuçlarını yazılı ve sözlü olarak sunar.

Ölçme ve Değerlendirme Ölçme değerlendirme işlemi vızıltı grupları neticesindeki yazılı metinler üzerinden yapılır.
İlişkili metinler İKİNCİ İŞARET

Hikâyede bir yaver-i ekremden bahsedilmiş ve denilmiş ki: Kör olmayan herkes onun nişanlarını görmekle anlar ki, o zat, padişahın emriyle hareket eder ve onun has bendesidir. İşte o yaver-i ekrem, Resul-i Ekremdir (aleyhissalâtü vesselâm).

Evet, şöyle müzeyyen bir kâinatın, öyle mukaddes bir Sâniine böyle bir Resul-i Ekrem, ışık şemse lüzumu derecesinde elzemdir. Çünkü nasıl güneş ziya vermeksizin mümkün değildir; öyle de, ulûhiyet de peygamberleri göndermekle kendini göstermeksizin mümkün değildir.

Hem hiç mümkün olur mu ki, nihayet kemâlde olan bir cemal, gösterici ve tarif edici bir vasıta ile kendini göstermek istemesin?

Hem mümkün olur mu ki, gayet cemalde bir kemâl-i sanat, onun üzerine enzar-ı dikkati celb eden bir dellâl vasıtasıyla teşhir istemesin?

Hem hiç mümkün olur mu ki, bir rububiyet-i ammenin saltanat-ı külliyesi, kesret ve cüz’iyat tabakàtında, vahdaniyet ve samedâniyetini zülcenaheyn bir mebus vasıtasıyla ilânını istemesin? Yani, o zat, ubudiyet-i külliye cihetiyle kesret tabakàtının dergâh-ı İlâhîye elçisi olduğu gibi, kurbiyet ve risalet cihetiyle dergâh-ı İlâhînin kesret tabakàtına memurudur.

Hem hiç mümkün olur mu ki, nihayet derecede bir hüsn-ü zatî sahibi, cemalinin mehasinini ve hüsnünün letaifini âyinelerde görmek ve göstermek istemesin? Yani, bir habib resul vasıtasıyla –ki, hem habibdir, ubudiyetiyle kendini Ona sevdirir, âyinedarlık eder; hem resuldür, Onu mahlûkatına sevdirir– cemal-i esmasını gösterir.

Hem hiç mümkün olur mu ki, acib mu’cizelerle, garib ve kıymettar şeylerle dolu hazineler sahibi, sarraf bir tarif edici ve vassaf bir teşhir edici vasıtasıyla enzar-ı halka arz ve başlarında izhar etmekle, gizli kemâlâtını beyan etmek irade etmesin ve istemesin?

Hem mümkün olur mu ki, bu kâinatı bütün esmasının kemâlâtını ifade eden masnuatla tezyin ederek seyir için garib ve ince sanatlarla süslenilmiş bir saraya benzetsin de, rehber bir muallim tayin etmesin?

Hem hiç mümkün olur mu ki, bu kâinatın sahibi, şu kâinatın tahavvülâtındaki maksat ve gaye ne olacağını müş’ir tılsım-ı muğlâkını, hem mevcudatın “Nereden? Nereye? Necisin?” üç suâl-i müşkülün muammasını bir elçi vasıtasıyla açtırmasın?

Hem hiç mümkün olur mu ki, bu güzel masnuat ile kendini zîşuura tanıttıran ve kıymetli nimetler ile kendini sevdiren Sâni-i Zülcelâl, onun mukabilinde zîşuurdan marziyatı ve arzuları ne olduğunu bir elçi vasıtasıyla bildirmesin?

Hem hiç mümkün olur mu ki, nev-i insanı şuurca kesrete mübtelâ, istidatça ubudiyet-i külliyeye müheyya suretinde yaratıp, muallim bir rehber vasıtasıyla onları kesretten vahdete yüzlerini çevirmek istemesin?

Daha bunlar gibi çok vezaif-i nübüvvet var ki, her biri bir bürhan-ı kat’îdir ki, ulûhiyet risaletsiz olamaz.

(Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2023, s. 80)

***

İşte her cemal ve kemâl sahibi, kendi cemal ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi sırrınca, o sultan-ı zîşan dahi istedi ki, bir meşher açsın, içinde sergiler dizsin; tâ nâsın enzarında saltanatının haşmetini, hem servetinin şaşaasını, hem kendi sanatının harikalarını, hem kendi marifetinin garîbelerini izhar edip, göstersin. Tâ, cemal ve kemâl-i manevîsini iki vecihle müşahede etsin: Bir vechi, bizzat nazar-ı dekàik-âşinâsıyla görsün; diğeri, gayrin nazarıyla baksın.

[…]

Sonra, aktâr-ı memleketindeki ahali ve raiyetini, seyre ve tenezzühe ve ziyafete davet etti.

Sonra, bir yaver-i ekremine sarayın hikmetlerini ve müştemilatının manalarını bildirerek, onu üstad ve tarif edici tayin etti. Tâ ki, sarayın sâniini, sarayın müştemilâtıyla ahaliye tarif etsin ve sarayın nakışlarının rumuzlarını bildirip, içindeki sanatlarının işaretlerini öğretip, derunundaki manzum murassalar ve mevzun nukuş nedir ve ne vecihle saray sahibinin kemâlâtına ve hünerlerine delâlet ettiklerini, o saraya girenlere tarif etsin ve girmenin adabını ve seyrin merasimini bildirip, o görünmeyen sultana karşı marziyatı dairesinde teşrifat merasimini tarif etsin.

İşte o muarrif üstadın, her bir dairede birer avanesi bulunuyor. Kendisi, en büyük dairede şakirdleri içinde durmuş, bütün seyircilere şöyle bir tebligatta bulunuyor, diyor ki:

“Ey ahali! Şu kasrın meliki olan seyyidimiz, bu şeylerin izharıyla ve bu sarayı yapmasıyla, kendini size tanıttırmak istiyor; siz dahi onu tanıyınız ve güzelce tanımaya çalışınız.

“Hem şu tezyinatla, kendini size sevdirmek istiyor; siz dahi onun sanatını takdir ve işlerini istihsan ile kendinizi ona sevdiriniz.

“Hem bu gördüğünüz ihsanat ile size muhabbetini gösteriyor; siz dahi itaat ile ona muhabbet ediniz.

“Hem şu görünen in’am ve ikramlar ile size şefkatini ve merhametini gösteriyor; siz dahi şükür ile ona hürmet ediniz.

“Hem şu kemâlâtının âsârıyla, manevî cemalini size göstermek istiyor; siz dahi onu görmeye ve teveccühünü kazanmaya iştiyakınızı gösteriniz.

“Hem bütün şu gördüğünüz masnuat ve müzeyyenat üstünde birer mahsus sikke, birer hususî hatem, birer taklit edilmez turra koymakla, her şey kendisine has olduğunu ve kendi eser-i desti olduğunu ve kendisi tek ve yekta, istiklâl ve infirad sahibi olduğunu size göstermek istiyor; siz dahi onu tek ve yekta ve misilsiz, nazirsiz, bîhemta tanıyınız ve kabul ediniz.”

(Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2023, s. 144-145)

(21)

YORUM YAZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir