Kur’an-ı Kerim’in Belâgati
Modül (öneri) No | 36 |
Öğrenme Alanı (Temel konu) | Kur’an-ı Kerim |
Modül (Alt konu) | Kur’an-ı Kerim’in Belâgati |
Amaçlar | Kur’an-ı Kerim’in belâgatini açıklar. |
Süre | 40 dk |
Seviye | İleri Seviye |
Yöntem ve Teknik-Etkinlik | Çember Tekniği – Eleştiri Yazma |
Materyal ve Teknoloji | |
İşleniş/Öğrenme-öğretme süreci | Ders grubuyla ilişkili metin paylaşılır. Daha sonra Çember Tekniği uygulamaya konulur.
Çember Tekniği Uygulama, *Grup çember düzeninde oturur. *Kalabalık durumlarda birden fazla çember oluşturulabilir. *Grup üyeleri çember şeklinde oturarak grup başkanını ve sekreteri birlikte belirleyerek, onun yönetiminde kendilerine sorulan soruları cevaplarlar. *Grup başkanı, tartışma konusunu bu etkinlik için “Kur’an-ı Kerimin Belagati” olarak belirler ve bu bilgiyi ilgili metinlerden özetledikten sonra katılanlara sırayla sorularını yöneltir. *Her bir konuşmacıya 1-2 dk konuşma süresi verilir. Konuşmacılar verilen çerçevede görüşlerini açıklar. Konuşmalar sekreter tarafından not alınır. *Doğru cevaplar yoksa öğrencilere ipucu verilerek cevaba ulaşması sağlanır. *Konuşmalar sırasında hatalı cevaplar olursa söz alan bir katılımcı doğru cevabı verebilir. Tartışmanın sonunda ana noktalar sekreterin aldığı notlardan vurgulanır. *Gerekli görülürse ikinci bir tur daha yapılabilir. Genelde dersin başında veya sonunda uygulanır. *Çember sağa doğru döndürülür ve ilk numaradan başlayarak öğrenciler “Kur’an’ın Belagati” ile ilgili birer madde söylerler. Aklına bir şey gelmeyen öğrenci “pas” der ve diğer öğrenciye geçilir. *Çember önceleri yavaş dönerken sonraları hızlanır. “Kur’anı üstün kılan” özellikler ile ilgili maddeler tamamlanır. * Rehber/Ders arkadaşı konuyu kısaca toparlar. Daha sonra Eleştiri Yazma etkinliği uygulanır. *Ders grubu 3-4 kişilik gruplara ayrılır. *Gruplardan “Kur’an-ı Kerim’in hak ve üstün kitap olduğu hakikatini inkar eden kimselere” bir eleştiri yazısı kaleme almaları istenir. *Gruplar eleştiri yazılarını okurlar. *Eleştiri yazıları hep birlikte değerlendirilir. |
Ölçme ve Değerlendirme | Çember tekniği ve eleştiri yazma etkinliğinden çıkan ürünler değerlendirilir. |
İlişkili metinler | ŞUALAR 7.ŞUA (158-160.sayfalardan 2,3,4 ve 5.noktalar)
Kur’ân’ın vech-i i’câzını ve hak kelâmullah olduğunu ispat etmek cihetini Risaletü’n-Nur’a havale ederek, yalnız bir kısa işaretle, büyüklüğünü gösteren birkaç nokta… • Birinci Nokta: Nasıl ki Kur’ân bütün mu’cizatıyla ve hakkaniyetine delil olan bütün hakaikıyla Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın bir mu’cizesidir; öyle de, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm da bütün mu’cizatıyla ve delâil-i nübüvvetiyle ve kemâlât-ı ilmiyesiyle Kur’ân’ın bir mu’cizesidir ve Kur’ân kelâmullah olduğuna bir hüccet-i kàtıasıdır. • İkinci Nokta: Kur’ân, bu dünyada öyle nuranî ve saadetli ve hakikatli bir surette bir tebdil-i hayat-ı içtimaiye ile beraber, insanların hem nefislerinde, hem kalplerinde, hem ruhlarında, hem akıllarında, hem hayat-ı şahsiyelerinde hem hayat-ı içtimaiyelerinde, hem hayat-ı siyasiyelerinde öyle bir inkılâb yapmış ve idame etmiş ve idare etmiş ki, on dört asır müddetinde, her dakikada altı bin altı yüz altmış altı ayetleri kemal-i ihtiramla, hiç olmazsa yüz milyondan ziyade insanların dilleriyle okunuyor ve insanları terbiye ve nefislerini tezkiye ve kalplerini tasfiye ediyor. Ruhlara inkişaf ve terakkî ve akıllara istikamet ve nur ve hayata hayat ve saadet veriyor. Elbette böyle bir kitabın misli yoktur, harikadır, fevkalâdedir, mu’cizedir. • Üçüncü Nokta: Kur’ân, o asırdan tâ şimdiye kadar öyle bir belâgat göstermiş ki, Kâbe’nin duvarında altın ile yazılan en meşhur ediplerin “Muallakat-ı Seb’a” namıyla şöhretşiar kasidelerini o dereceye indirdi ki, Lebid’in kızı babasının kasidesini Kâbe’den indirirken demiş: “Âyâta karşı bunun kıymeti kalmadı.” Hem bedevî bir edip, [1]فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ ayeti okunurken, işittiği vakit secdeye kapanmış. Ona demişler: “Sen Müslüman mı oldun?” O demiş: “Hayır, ben bu ayetin belâgatine secde ettim.” Hem ilm-i belâgatin dâhîlerinden Abdülkahir-i Cürcanî ve Sekkakî ve Zemahşerî gibi binlerle dâhî imamlar ve mütefennin edipler icma ve ittifakla karar vermişler ki, “Kur’ân’ın belâgati, takat-i beşerin fevkindedir; yetişilmez.” Hem o zamandan beri mütemadiyen meydan-ı muarazaya davet edip, mağrur ve enaniyetli ediplerin ve beliğlerin damarlarına dokundurup, gururlarını kıracak bir tarzda der: “Ya bir tek surenin mislini getiriniz veyahut dünyada ve ahirette helâket ve zilleti kabul ediniz” diye ilân ettiği halde, o asrın muannid beliğleri bir tek surenin mislini getirmekle kısa bir yol olan muarazayı bırakıp, uzun olan, can ve mallarını tehlikeye atan muharebe yolunu ihtiyâr etmeleri ispat eder ki, o kısa yolda gitmek mümkün değildir. Hem Kur’ân’ın dostları Kur’ân’a benzemek ve taklit etmek şevkiyle ve düşmanları dahi Kur’ân’a mukabele ve tenkit etmek sevkiyle o vakitten beri yazdıkları ve yazılan ve telâhuk-u efkâr ile terakkî eden milyonlarla Arabî kitaplar ortada geziyor. Hiçbirisinin ona yetişemediğini, hatta en adi adam dahi dinlese, elbette diyecek: “Bu Kur’ân, bunlara benzemez ve onların mertebesinde değil. Ya onların altında veya umumunun fevkinde olacak.” Umumunun altında olduğunu, dünyada hiçbir ferd, hiçbir kâfir, hatta hiçbir ahmak diyemez. Demek, mertebe-i belâgati umumun fevkindedir. Hatta bir adam, [2]سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ ayetini okudu, dedi ki: “Bu ayetin harika telâkki edilen belâgatini göremiyorum.” Ona denildi: “Sen dahi bu seyyah gibi o zamana git, orada dinle.” O da, kendini Kur’ân’dan evvel orada tahayyül ederken gördü ki, mevcudat-ı âlem perişan, karanlık, câmid ve şuursuz ve vazifesiz olarak, hâlî, hadsiz, hudutsuz bir fezada, kararsız, fânî bir dünyada bulunuyorlar. Birden, Kur’ân’ın lisanından bu ayeti dinlerken gördü: Bu ayet, kâinat üstünde, dünyanın yüzünde öyle bir perde açtı ve ışıklandırdı ki, bu ezelî nutuk ve bu sermedî ferman, asırlar sıralarında dizilen zîşuurlara ders verip gösteriyor ki; bu kâinat, bir cami-i kebîr hükmünde başta semâvât ve arz olarak umum mahlûkatı hayattarâne zikir ve tesbihte ve vazife başında cûş u huruşla mes’udâne ve memnunâne bir vaziyette bulunduruyor, diye müşahede etti. Ve bu ayetin derece-i belâgatini zevk ederek, sair ayetleri buna kıyasla, Kur’ân’ın zemzeme-i belâgati arzın nısfını ve nev-i beşerin humsunu istilâ ederek, haşmet-i saltanatı kemal-i ihtiramla on dört asır bilâ-fâsıla idame ettiğinin binler hikmetlerinden bir hikmetini anladı. • Dördüncü Nokta: Kur’ân öyle hakikatli bir halâvet göstermiş ki, en tatlı bir şeyden dahi usandıran çok tekrar, Kur’ân’ı tilâvet edenler için değil usandırmak, belki kalbi çürümemiş ve zevki bozulmamış adamlara tekrar-ı tilâveti halâvetini ziyadeleştirdiği, eski zamandan beri herkesçe müsellem olup, darb-ı mesel hükmüne geçmiş. Hem öyle bir tazelik ve gençlik ve şebabet ve garabet göstermiş ki, on dört asır yaşadığı ve herkesin eline kolayca girdiği halde, şimdi nâzil olmuş gibi tazeliğini muhafaza ediyor. Her asır, kendine hitap ediyor gibi bir gençlikte görmüş; her taife-i ilmiye ondan her vakit istifade etmek için kesretle ve mebzuliyetle yanlarında bulundurdukları ve üslûb-u ifadesine ittiba ve iktida ettikleri halde, o üslûbundaki ve tarz-ı beyanındaki garabetini aynen muhafaza ediyor. • Beşincisi: Kur’ân’ın bir cenahı mazide, bir cenahı müstakbelde, kökü ve bir kanadı eski peygamberlerin ittifaklı hakikatleri olduğu ve bu onları tasdik ve teyid ettiği ve onlar dahi tevafukun lisan-ı haliyle bunu tasdik ettikleri gibi; öyle de, evliya ve asfiya gibi ondan hayat alan semereleri ve hayattar tekemmülleriyle şecere-i mübarekelerinin hayattar, feyizdar ve hakikatmedar olduğuna delâlet eden ve ikinci kanadının himayesi altında yetişen ve yaşayan velâyetin bütün hak tarikatleri ve İslâmiyet’in bütün hakikatli ilimleri, Kur’ân’ın ayn-ı hak ve mecma-ı hakaik ve câmiiyette misilsiz bir harika olduğuna şehadet eder. (Şualar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2022, s. 158-160) |
[1] Artık emrolunduğun şeyi çatlatırcasına açıkla. (Hicr Suresi: 94.)
[2] Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ı tesbih eder. (Hadid suresi: 1.)
(54)