ANASAYFA ALT SEVİYE İnsanın Vazife-i Asliyesi

İnsanın Vazife-i Asliyesi

16
0
Modül (öneri) No 11
Öğrenme Alanı (Temel konu) Ubudiyet
Modül (Alt konu) İnsanın Vazife-i Asliyesi
Amaçlar İnsanın asli vazifesinin iman ve dua olduğunu kavrar.
Süre 40 dk.
Seviye Alt Seviye
Yöntem ve Teknik-Etkinlik Beyin fırtınası, soru-cevap, kart oluşturma, balık kılçığı, doğru-yanlış, ilke çıkarma
Materyal ve Teknoloji Bilgisayar-projeksiyon, balık kılçığı çıktısı, yazıcı,
İşleniş/Öğrenme-öğretme süreci I.BALIK KILÇIĞI

1.Talebelere “Doğmadan önce nerede olduğunuzu biliyor musunuz?” sorusu sorulur.

2.“Bu dünyaya nereden geldiniz?” sorusu cevaplatılır.

3.Dünyaya gelmeleri ile ilgili düşüncelerini söylemeleri için beyin fırtınası yaptırılır.

4.İlgili metinler ferdi ve topluca okutulur ve dinletilir.

5. Balık kılçığı etkinlik kâğıtları dağıtılır, “Nereden geldik, nereye gidiyoruz? Bu dünyada vazifemiz nedir?” sorularının cevapları balık kılçığı üzerine yazdırılır.

 

II.KELİME KARTLARI

1.Talebeler ile birlikte kelime kartları hazırlanır.

2.Kelime kartlarına “âlem-i ervah, rahm-ı mâder, gençlik, ihtiyarlık, kabir, berzah, haşir, sırat köprüsü, ebedü’l-âbâd” kelimeleri ile insanın asli vazifelerini ifade eden “iman,ibadet,ilim,dua,namaz ” kelimeleri  yazılır.

3.Talebelere birer kart çektirilir ve çekilen kartlardaki kelimelerle ilgili düşünceleri sorulur.

Ölçme ve Değerlendirme Aşağıdaki cümlelerin doğru olanların başına D, yanlış olanın başına Y harfi koyunuz.

(…) İman, insanı insan eder.

(…)insanın vazife-i asliyesi, dünyaya çalışmaktır.

(…)Evet, biz ücretimizi almışız; ona göre hizmetle ve ubûdiyetle muvazzafız

(…)O yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı mâderden, gençlikten, ihtiyarlıktan geçer orada kalır.

(…)İnsanın vazife-i asliyesi, aczini ve fakrını ve kusurunu derk ederek ubudiyetle ilân etmektir.

2. İnsanın asli vazifesi ile ilgili çıkarımlarınızı ilkeler halinde yazınız?

Örnek: İnsanın asli vazifesi ubudiyet ve duadır.

İlişkili metinler İnsanın vazife-i fıtratı ve fariza-i zimmeti, mârifetullah ve iman-ı billâhtır ve iz’an ve yakîn ile vücudunu ve vahdetini tasdik etmektir.(7.Şua, Mukaddeme)

İman, insanı insan eder. Belki insanı sultan eder. Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi, iman ve duadır.(23.Söz,1.Mebhas, 4.Nokta)

İnsanın vazife-i asliyesi, aczini ve fakrını ve kusurunu derk ederek ubudiyetle ilân etmek; ve hâcâtının celbi için dua etmek; ve mevcudatın tesbihatını görüp müşahede ederek şehadet etmek; ve nimetleri görüp tefekkür içinde şükretmek; ve ibret içinde bakmaktır.( Nurun İlk Kapısı > 9.Ders >6.Mukaddeme)

 

“Ey benî-Âdem!

Nereden geliyorsunuz ve nereye gideceksiniz ve ne yapacaksınız?

Ve her şeye karışıyor ve bazan karıştırıyorsunuz.

Sultanınız ve hatibiniz ve reisiniz ve ileri geleniniz kimdir?

Tâ bana cevab versin.”

O muhavereler içinde birden kafile-i benî-Âdem’den Muhammedü’l-Hâşimî (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), emsalleri olan ulü’l-azm peygamberler gibi fenn-i hikmete karşı kalktı.

Ve Kur’anın lisanıyla dedi ki:

“Ey müstantık hikmet!

Biz mevcudat kafilesi, adem karanlıklarından Sultan-ı Ezelî’nin kudretiyle çıktık, ziya-yı vücuda girdik, varlık nurunu bulduk.

Her bir taifemiz bir vazifeye girdik.

Ve biz benî-Âdem taifesi ise, bir emanet-i kübra rütbesi ve hilafet-i zemin vazifesiyle sair mevcudat kardeşlerimizin içinde imtiyazlı ve memuriyet sıfatı ile bu meşher-i kâinata gönderilmişiz.

Her vakitte yola çıkmaya müheyya bir vaziyetteyiz ve haşir yolu ile saadet-i ebediyenin kazanmasının tedariki ile meşgulüz.

Ve bizim re’sü’l-malımız olan istidadlarımızın çekirdeklerini sünbüllendirmeye, iman ve Kur’anla inkişaf ettirmekle iştigal ediyoruz.

İşte o kafilenin reisi ve hatibi benim.

İşte elimdeki bu fermanı; manevî ve maddî hava, bir tek lisan gibi bütün kâinata o fermanın her kelimesini bir anda milyarlar yapıp işittiriyor.

İşte o menşur u ferman, Ezel ve Ebed Sultanı’nın kelâmıdır.

Ve emirleri ve konuşmaları olduğuna delil-i kat’î, üstünde parlayan sikke-i şahanesi ve turra-i sermediyesine bak, gör, git, söyle.”

(Emirdağ-2 – say. 329 yeni asya neşriyat)

 

O yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı mâderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen, ebedü’l-âbâd tarafına bir yolculuktur.(23.Söz,2.Mebhas, 3.Nükte)

Ey nefis! Ubûdiyet, mukaddeme-i mükâfat-ı lâhika değil, belki netice-i nimet-i sabıkadır. Evet, biz ücretimizi almışız; ona göre hizmetle ve ubûdiyetle muvazzafız.

Çünkü, ey nefis, hayr-ı mahz olan vücudu sana giydiren Hâlık-ı Zülcelâl, sana iştihalı bir mide verdiğinden, Rezzâk ismiyle, bütün mat’umâtı bir sofra-i nimet içinde senin önüne koymuştur.

Sonra sana hassasiyetli bir hayat verdiğinden, o hayat dahi bir mide gibi rızık ister. Göz, kulak gibi bütün duyguların, eller gibidir ki, rû-yi zemin kadar geniş bir sofra-i nimeti, o ellerin önüne koymuştur.

Sonra, mânevî çok rızık ve nimetler isteyen insaniyeti sana verdiğinden, âlem‑i mülk ve melekût gibi geniş bir sofra-i nimet, o mide-i insaniyetin önüne ve aklın eli yetişecek nisbette sana açmıştır.

Sonra, nihayetsiz nimetleri isteyen ve hadsiz rahmetin meyveleriyle tagaddî eden ve insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyeti ve imanı sana verdiğinden, daire-i mümkinat ile beraber Esmâ-i Hüsnâ ve sıfât-ı mukaddesenin dairesine şamil bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana fethetmiştir.

Sonra, imanın bir nuru olan muhabbeti sana vermekle, gayr-ı mütenâhi bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana ihsan etmiştir. (Sözler > 24.Söz: Esma-i hüsna hakkında > 5.Dal: 2. meyve)

 

(16)

YORUM YAZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir