ANASAYFA TEZLER SÜNNETİN DELİL OLMASI
SÜNNETİN DELİL OLMASI

SÜNNETİN DELİL OLMASI

1.56K
1

MİFTAHU’L-CENNE FÎ İHTİCÂC-İ Bİ’S-SÜNNE

(Cennetin Anahtarı Sünnetle Hüküm Vermek)

 

Celaleddin-i SUYÛTÎ (ra)

Muhtasar: M. Ali KAYA

 

Giriş:

Peygamberimizin (sav) Kur’ân-ı Kerimi yaşama, tebliğ, tatbik ve beyan konusunda takip ettiği usule ve yola “Sünnet” denir. Nitekim bu manada peygamberimiz (sav) “Kim iyi bir yol/çığır/sünnet açarsa onun ve onunla amel edenlerin sevabı eksilmeden onun defterine geçer. Aynı şekilde kim de kötü bir yol/çığır açarsa onun ve onunla amel edenlerin günahı eksilmeksizin onun defterine geçer” (Müslim, İlim, 15) buyurarak açılan çığır ve takip edilecek usul ve yolun “Sünnet” olduğunu belirtmiştir.

Hadis âlimleri ve imamları bu manada sünneti “Peygamberimizin (sav) sözleri, fiilleri ve takrirleri” şeklinde sınıflandırarak açıklamışlardır. Usul uleması da sünneti “Peygamberimizin (sav) Kur’an-ı Kerim dışındaki sözleri, Allah’ın emirlerini uygulama konusundaki fiilleri ve takrirleri olarak” tarif ederler. Kavlî sünnete “Ameller niyetlere göredir” (Buhari, Bed’ul-Vahy, 1; Müslim, İmare, 155) hadisi delildir.

Fiilî sünnete peygamberimizin (sav) yaptıkları ibadetleri ve davranışları demişler ve bunu da üçe ayırmışlardır. Birincisi, peygamberimizin (sav) beşer olarak yaptığı insanî davranışlarıdır ki bunlar da yemek, içmek, uyumak ve konuşmak gibi fiillerdir. Bu konuda peygambere uymak “Adab ve Ahlak” bakımından uymaktır demişler ve “Fazilet” olduğu belirtmişler ve böylece adetlerin ibadetlere dönüşeceğini ifade etmişlerdir. Bu kısım dinin “Ahlak ve Adab” kısmını teşkil etmiştir. İkincisi, Hz. Peygamberin kendisine has olan adetleridir ki dörtten fazla evlenmesi, gece farz olarak teheccüd namazını kılması ve kalbi uyumadığı için abdestli olarak uyuyup uyanınca namaz kılması gibi özel halleridir. Üçüncüsü, Hz. Peygamberin (sav) “teşriî” yani hüküm koyma yönüdür ki bu hususta koyduğu hükümlere hem kendisi hem de ümmetinin uyması şarttır. Namaz kılması, haccetmesi ve oruç tutması gibi ibadete ve hukuka ait konulardır. Bu hususta peygambere farz olan ümmetine farz, vacip olan ümmetine vacip ve caiz olan hususlar da ümmetine de caizdir.

Takrirî Sünnete peygamberimizin huzurunda konuşulan ve yapılan bir hususa müdahale etmeyerek, engellemeyerek veya susarak mukabele ettiği hususlardır. Peygamberin (sav) yapılan işe müdahale etmemesi onun mubah ve câiz olduğunun ifadesidir demişlerdir. Zira Hz. Peygamberin (sav) dinin kabul etmediği, batıl ve helal olmayan davranışları ve sözler karşısında sessiz kalması elbette düşünülemez. Bu sünnete örnek olarak da sahabelerin tesbih çekmeleri ve bir sahabenin Fatiha okuyarak yaptığı rukye mukabilinde hastanın iyi olması üzerine aldığı koyunları peygamberimize getirmesi, peygamberimizin (sav) de onu kabul etmesidir. (Buhari, Tıp, 33; Müslim, Selam, 66) Bu tedavi karşılığında ücret almanın cevazını ifade etmektedir.

Sünnet dinin Kur’ândan sonra ikinci kaynağıdır. Nitekim peygamberimiz (sav) “Bana Kur’an ve onun bir misli verilmiştir” (Ebu Davud, Sünen, 2:505) buyurarak Sünnetin de vahyin ikinci mertebesi olan “İlham-ı Peygamber” ile kendisine verildiğini ve sünnetin kendi aklının ürünü olmadığını ifade buyurmuşlardır. Bu husus Kur’an-ı Kerimde “O peygamber kendi hevasından konuşmaz, Onun bütün konuşmaları vahiydir” (Necm, 53:3-4) ayeti ile sabittir. Bu ayette ifadesini bulan “Vahy” geniş bir kavram olup “Ferman-ı İlâhi” olan Hz. Cebail (as) vasıtası ile inzal edilen Kur’an-ı Kerimden tutun, yüce Allah’ın “Biz arıya vahyettik” (Nahl, 16:68) ayetinde ifadesini bulan hayvanata olan ilhama kadar mertebeleri vardır. Sünnet ise Kur’an-ı Kerimden sonraki vahy mertebesi olan “İlham-ı Peygamber” olup doğrudan ilahî kaynaklıdır ve Kur’ân-ı Kerimin uygulaması ve hayata geçmesi için Allah’ın istediği ve razı olduğu uygulama ve ibadet şeklini tariften ve Kur’a-ı Kerimi Allah’ın rızasına uygun tefsirden başka bir şey değildir. Bu nedenledir ki Hz. Aişe (ra) kendisine sorulan “Peygamberimizin ahlakını bize anlatır mısınız?” sorusuna “Siz Kur’an okumuyor musunuz? Onun ahlakı Kur’andan ibarettir” (Müslim, Müsafirûn, 18) şeklinde cevaplandırmıştır.

Bütün bu temel bilgilerden sonra Sünneti “Kur’an-ı Kerimdeki ilahî emirlerin uygulamasını gösteren ve bununla ilgili hükümleri ortaya koyan peygamberimize ait her şeydir” şeklinde tarif edebiliriz. Şayet sünnet olmasaydı Allah’ın emirlerini uygulamak mümkün olmazdı. Bu bağlamda Sünnet,

  1. a) Kur’an-ı Kerimdeki hükümlerin teyidi ve açıklamasıdır. Buna “Ey İman edenler malları aranızda batıl sebeplerle yemeyiniz” (Nisa, 4:29) ayetinin hükmünü “Bir müslümanın malını bir başkasının gönül rızası olmadan alması ve yemesi helal olmaz” (Müsned-i Ahmed, 5:72) hadisi ile açıklaması örnektir.
  2. b) Kur’anın açıklaması gereken mücmel ve müşkil ayet ve kelimelerinin açıklamasıdır. Buna Allah’ın emri olan namazın kılınması, rekatları, vakitlerinin tayini, nafile ve farzların tespiti gibi hususlarla oruç ibadetinin farzları, başlama ve bitiş vakitleri ve orucu bozan şeyler ve hac menasiki ve ibadeti ile ilgili hususların tamamı örnektir. Yine Kur’ânın müşkil lafızlarından olan “Beyaz iplik siyah iplikten ayrılana kadar yiyin için” (Bakara, 2:187) ayetinin manasını “gündüzün aydınlığı ile gecenin karanlığı” olduğunu sünnetten, yani hadisten öğrenmekteyiz.
  3. c) Kur’anın “Mutlak” ifadelerini takyit eden, yani sınırlayan peygamberimizin (sav) uygulamaları ve hadisleridir. “Hırsızlık yapanın elini kesin” (Maide, 5:38) ayetinde hangi elin, nereden ve nasıl kesileceği belirtilmemiştir. Bu hususlar sünnet ile sabit olmuştur.
  4. d) Kur’anda olmayan hükümleri koyan da sünnettir. Yırtıcı hayvanların etinin yenmeyeceği, denizin suyunun temiz ve ölüsünün helal olduğu, ehlî eşeklerin etinin haram olduğu sünnetle sabittir.
  5. e) Kur’andaki bazı hükümlerin neshedildiğini de yine Sünnetten öğreniriz. Mesela, malların taksimine ait “vasiyet” ayetinin hükmünün (Bakara, 2:180) “Miras ayeti” nazil olduktan sonra kalktığını yine “Varise vasiyet yoktur” (Buhari, Vesaya, 6; Ebu Davud, Vesaya, 6) hadisi ile sünnetten öğrenmekteyiz.

Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde her konuda peygambere uyulmasını emretmektedir. Bu konuda pek çok emirler vardır. “Peygamber size ne verdiyse alın ve size neyi yasaklamışsa ondan sakının” (Haşir, 59:7) ayeti hüküm vermede peygamberin hükümlerine uyulmasını emrederken “Ki peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiştir” (Nisa, 4:80) buyurarak Allah’a itaatin ölçüsünü peygambere itaat şeklinde vermiştir. Yine peygamberin dili ile “şayet Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin” (Âl-i İmran, 3:31-32) ayeti ile Allah sevgisinin ölçüsünü de peygambere itaat olarak belirlemiştir. Kur’ân-ı Kerimde peygambere itaat edilmesini emreden kırktan fazla ayet-i kerime mevcuttur.

Kur’ân-ı Kerim peygamberlerini ayrıca kendilerine ahlak bakımından da uyulması gereken “Üsve-i Hasene” yani örnek insanlar olduğunu açıkça belirtir. “Yemin olsun Allah’ı ve ahireti arzu eden, Allah’ı çokça zikredenler için peygamberde uyulması gereken güzel örnekler vardır” (Ahzab, 33:21) buyurur. İbadet hususunda olduğu gibi ahlakî yönde de peygambere uyulması gerektiğini belirtir.

Kur’ân-ı Kerim ayrıca hüküm koyma konusunda peygamberin yetkili olduğunu açıkça ifade eder ve verdiği hükümlere uymayanların imanlarının olmadığını açıkça belirtir ve uymayanları tehdit eder. “Biz peygamberleri Allah’ın izni ile kendilerine itaat edilmeleri için gönderdik” (Nisa, 4:64) buyurarak mutlak itaat edilesi gerektiği açıkça ifade edilmiştir.

Peygamberimiz (sav) “Bana Kur’an ve onun benzeri verildi. Yakından karnı tok ve koltuğuna yaslanmış olan bazıları çıkacak ve ‘Bize Kur’an yeter. Onda neyi helal buluyorsanız alınız neyi de haram bulursanız onu da haram biliniz’ diyecektir. Şunu iyi biliniz ki Allah Resulünün haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir” (Ebu Davud, Sünnet, 5; Tirmizi, İlim, 10; İbn-i Mâce, Mukaddime, 2) buyurdular. Sonra “Size kendilerine sarıldığınız zaman hiç sapmayacağınız iki şey bırakıyorum. Onlar da Allah’ın kitabı ve Resulünün sünnetidir” (Tirmizi, Kader, 3) buyurmuşlardır.

 

BİRİNCİ BÖLÜM

SÜNNETİN ÖNEMİ VE UYMA ZORUNLULUĞU

 

  1. Sahabenin Sünnete Uyma Hassasiyeti

Peygamberimizi görüp ondan velev bir defa sohbetinde bulunarak ders alan sahabeler peygamberimizi gerçekten “üsve-i hasene” olarak görmüşler ve her konuda onun sünnetine uymayı kendilerine prensip edinmişlerdir. Yüce Allah’ın “Şüphesiz Allah’ın resulünde sizin için güzel örnekler vardır” (Ahzap, 33:21) ayetine imtisal ederek her yaptığını taklit etmişlerdir. Yüce Allah’ın “Peygamber size ne verdiyse alın ve neyi yasaklamışsa ondan kaçının” (Haşr, 59:7) emrine imtisal etmişlerdir.

Peygamberimiz (sav) ibadetilerin yapılması konusunda “Ben nasıl namaz kılıyorsam siz de öyle kılınız.” (Buhari, Ezan, 18) “Hac menâsikini benden alınız ve ben ne yapıyorsam siz de onu yapınız” (Nesai, Menâsik, 220) buyurarak Allah’ın emri ile kendisine uyulmasını istemiştir.

Sahabeler buna o derece titizlik gösteriyorlardı ki bir defasında peygamberimiz (sav) ile namaz kılarken peygamberimiz (sav) aniden nalinlerini çıkardı ve kenara koydu. Sahabeler de yanı şekilde çıkardılar ve kenara koydular. Namazdan sonra peygamberimiz (sav) “Siz neden nalinlerinizi çıkardınız?” buyurdu. Onlar da “Siz çıkardınız, biz de size ittibaen çıkardık” dediler. Peygamberimiz (sav) “bana Cebrail geldi ve nalinimde bilmediğin bir necaset var” diye ikaz etti, ben de çıkardım kenara koydum” buyurdular. (Ebu Davud, Salat, 89) Ancak peygamberimiz (sav) sahabelerin bu durumundan hoşlandı. Zira yüce Allah Kur’ân-ı kerimde “Peygambere itaat edin” ferman ediyor, sahabeleri de buna imtisal ediyorlardı.

 

  1. Sünnet Düşmanlığının Sebebi:

Peygamberimizin (sav) gelmesi ve Kur’an-ı Kerimin yeryüzüne nüzulü ile insanlığın çehresi birden değişti. Vahşet ve bedeviyet devri büyük bir medeniyete dönüştü ve insanlık İslam ile şeref kazandı. Peygamberimiz (sav) ve sahabe-i Kiram ile Hulefa-i Raşidin döneminde insanlık “Asr-ı Saadeti” yaşamıştı. Ancak zamanla gerek İslam düşmanları ve gerekse münafıkların başını çektiği fitnelere düşenler Kur’an-ı Kerime doğrudan hücum edemedikleri için peygamberimizin (sav) sünneti konusunda bir takım şüphe ve tereddütler oluşturmaya ve sünnet üzerinden İslam’a hücum etmeye başladılar. Çünkü Sünnet dinin uygulaması ve muhafızıdır. Sünnet terk edilirse dini yaşantı terk edilmiş olur.

Sünnet üzerinde yapılan tartışmaların odağını ise sünnetin teşrî yani yasama konusunda delil olamayacağı, bu konuda Kur’anın yeterli olduğu düşüncesi teşkil etmektedir. Bu tartışma ilk olarak Kur’an müslümanı olduklarını iddia eden Hariciler tarafından başlatılmıştır. Hariciler “Hüküm Allah’ındır” (Yusuf, 12:40) ayetini delil kabul ederek hadislerden dini hükümlerin çıkarılamayacağını iddia etmişlerdir. Hz. Ali (ra) ile Hz. Muaviye (ra) arasında cereyan eden “Hakem” olayını bahane ederek Allah’ın hükmü yerine hakemin hükmüne razı olduklarını söyleyerek Allah’ın hükmünü kabul etmemekle suçlayarak onlara itaat edenlerin rivayetlerini büsbütün reddettiler.

Şiaya mensup olanlar ise Ehl-i Beyt muhabbetini esas aldıkları için onlardan gelen rivayetleri kabul ettiler, diğerlerini reddettiler. Hz. Ali’ye ilk hilafeti vermedikleri için bütün sahabeleri suçladılar ve onların din konusunda hiçbir rivayetini kabul etmediler. Mutezileye mensup olanlar da meseleyi sadece akıl ve indî görüşlerine göre değerlendirdikleri için sahabenin hiçbirisini hesaba katmadılar. Sahabelerden gelen haberleri kabul etmediler.

İslam dışı cereyalar ve Müslüman olmayanlar ise İslam’a düşmanlıklarını kendileri Müslüman olan Şia, Mutezile ve Haricilerin görüşlerini öne sürerek temelde İslam’a karşı olmaları ile beraber İslam’a hücum etmek için ayrılıkçı fikirleri kullandılar. Günümüz müsteşrikleri/ oryantalistleri de aynı bahane ile itirazlarını yapmaya devam etmektedirler. Müsteşrikler de öncelikle Müslümanların sünnet konusunda şüpheye düşürmeye, sonra da sünneti ortadan kaldırarak Müslümanların birlik ve dirliklerini bozmayı amaç edinmişlerdir. Zira dinin muhafızı sünnettir, sünneti ortadan kaldırdığınız zaman dini hayatı ortadan kaldırmış olursunuz.

 

  1. Sünneti Yaşama ve Yaşatma Görevi:

Peygamberimiz (sav) her konuda “Üsve-i Hasene” olduğu için biz Müslümanların onun sünnetini yaşatma gibi bir görevimizin olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu sadece Ahlak” olarak değil, her şeyden önce inanç, ibadet, muamelat ve hukuk olarak da sünnete uyma ve yaşatma zorunluluğu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle sünnet ilmi sadece Ahlak ilmi değildir. İbadet, alışveriş, hibe, nikah, talak, ariyet, vakıf, icare ve her nevi hukuki muameleyi de içine alan yaşanan hayatın kendisidir. Sünnet bütün bunları Allah rızasına uygun tanzim etmektedir.

Sünnet ile amel etmenin amacı her şeyden önce Kur’an-ı Kerimde Allah’ın mü’minlere emir olan peygambere itaat etmektir. Peygamberimiz (sav) Kur’anın ve vahyin en zeki ve akıllı muhatabıdır. Allah’ın emirlerini sadece tebliğ etmekle kalmayan, uyan ve uygulayan ve mü’minlerin anlamadıkları konularda sordukları sorulara doğru cevaplar vererek beyan edip açıklayan Allah’ın Cebrail, vahiy ve ilhamla te’yid ettiği bir peygamberdir. Bu nedenle sünnete sarılmak Kur’ana uymak ve Allah’ın emirlerini uygulamak için vazgeçilmez temel şarttır. Sünneti yaşamak demek Kur’an-ı Kerimi yaşamak ve hayatımıza uygulamak demektir.

Peygamberimiz (sav) bütün bu nedenlerden dolayı “Sünnetimden yüz çeviren benim ümmetimden değildir. Allah’ın ve nebilerin laneti benim sünnetimi terk eden ve sünnetim dışında başka bir yol edinenleredir” (Feyzu’l-Kadir, 4:96) buyurmuşlardır.

Allah’a iman eden elbette onu sevecek ve ona itaat edecektir. Allah’a itaat de ancak sünnete uymak şeklindedir. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Bizler Allah’ı seviyoruz” diyenler şöyle hitap eder. “Şayet Allah’ı seviyorsanız Allah’ın elçisine itaat ediniz ki Allah da sizi sevsin” (Al-i İmran, 3:31) buyurmaktadır.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri peygamberimizin (sav) sünnetini ve uymanın önemini şöyle anlatmaktadır: “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın Sünnet-i Seniyyesinin menbaı üçtür: Akvâli, ef’âli, ahvâlidir. Bu üç kısım dahi üç kısımdır: ferâiz, nevâfil, âdât-ı hasenesidir. Farz ve vâcip kısmında ittibâa mecburiyet var; terkinde azap ve ikab vardır. Herkes ona ittibâa mükelleftir. Nevâfil kısmında, emr-i istihbâbî ile, yine ehl-i iman mükelleftir; fakat terkinde azap ve ikab yoktur. Fiilinde ve ittibâında azîm sevaplar var. Ve tağyir ve tebdili bid’a ve dalâlettir ve büyük hatadır. Âdât-ı seniyyesi ve harekât-ı müstahsenesi ise, hikmeten, maslahaten, hayat-ı şahsiye ve nev’iye ve içtimaiye itibarıyla onu taklit ve ittibâ etmek gayet müstahsendir. Çünkü herbir hareket-i âdiyesinde çok menfaat-i hayatiye bulunduğu gibi, mütâbaat etmekle, o âdâb ve âdetler ibadet hükmüne geçer.

Evet, madem dost ve düşmanın ittifakıyla, zât-ı Ahmediye (asm) mehâsin-i ahlâkın en yüksek mertebelerine mazhardır. Ve madem bil’ittifak nev-i beşer içinde en meşhur ve mümtaz bir şahsiyettir. Ve madem, binler mucizâtın delâletiyle ve teşkil ettiği âlem-i İslâmiyetin ve kemâlâtının şehadetiyle ve mübelliğ ve tercüman olduğu Kur’ân-ı Hakîmin hakaikinin tasdikiyle, en mükemmel bir insan-ı kâmil ve bir mürşid-i ekmeldir. Ve madem semere-i ittibâıyla milyonlar ehl-i kemal, merâtib-i kemâlâtta terakki edip saadet-i dâreyne vâsıl olmuşlardır. Elbette o zâtın sünneti, harekâtı, iktidâ edilecek en güzel nümunelerdir ve takip edilecek en sağlam rehberlerdir ve düstur ittihaz edilecek en muhkem kanunlardır. Bahtiyar odur ki, bu ittibâ-ı Sünnette hissesi ziyade ola. Sünnete ittibâ etmeyen, tembellik ederse hasâret-i azîme, ehemmiyetsiz görürse cinayet-i azîme, tekzibini işmam eden tenkit ise dalâlet-i azîmedir.” (Lem’alar, 1994, s.64)

 

İKİNCİ BÖLÜM

SÜNNETİN DELİL OLMASI

“Kendilerine kitap verildiği halde Allah’a ve ahiret gününe inanmayan

ve Allah’ın ve Resulünün haram kıldıklarını haram kabul etmeyen

ve hak dini kendilerine din edinmeyenler ile

zelil olarak cizye verene kadar savaşın.”

(Tövbe, 9:29)

 

  1. Sünneti Kur’an Arz Etme

Sahih hadis kitaplarında bulunmayan ama Rafizilerin sahih görüp kendi düşüncelerine delil olarak kabul ettiği “Benim sözlerimi Kur’ana arz edin, şayet Kur’anda aslını bulursanız sözümü alın, yoksa reddedin” hadisidir.

İmam Celalettin-i Suyuti (ra) böyle bir hadisin olmadığını belirtmektedir ve bununla ilgili olarak “Miftahu’l-Cenneti bi-İhticâci’s-Sünne” adında bir risale kaleme almıştır. İmam hadis konusunda otorite olmasının yanında peygamberimizin (sav) bütün hadislerini toplayan “Camiu’s-Sağîr ve Kebîr” isimli hacimli hadis kitabını da telif etmiştir. Hatta rivayetlere göre imam hadis yazarken mutlaka boy abdesti alır ve çalışmasına öyle başlardı. Peygamberimize ait olup olmadığı konusunda şüphe duyduğu hadisi “İstihareye” yatarak bizzat peygambere (sav) sorardı. Bu şekilde yetmişten fazla yakaza halinde peygamberimiz (sav) ile görüştüğü rivayet edilmektedir.

Bu hadisin mevzu yani uydurma olduğuna dair (Şevkani El-Fevaidu’l-Mecmua, 278-291; Keşfu’l-Hafa, H. No: 220; Şafii, Er-Risale, 224; Mecmau’z-Zevâid, 1:170; İbn-i Hazm, El-İhkâm, 2:76; İbnu’l-Cevzî, El-Mevzuât, 1:257-258; Beyhaki, Delâilu’n-Nübüvve, 1:27; Darukutnî, Sünen, 4:208) ilgili kitaplarda izahlar vardır.

İmam Suyutî (ra) “Bu mezkur hadisi zındıklar, rafiziler rivayet etmektedir” demiştir.

 

  1. Hadisin Delil Olması

İmam-ı Şafii (ra) bir hadis rivayet eder ve “Bu sahih hadistir!” buyurur. Hadisi dinleyenlerden birisi “Ya imam! Siz de bu hadisteki gibi mi düşünüyorsunuz?” der. Buna çok öfkelenen İmam-ı Şafi (ra) “Ey adam! Sen beni hiç kiliseden veya havradan çıkarken gördün mü? Sen hiç benim belimde Hıristiyan zünnarı gördün mü ki böyle konuşuyorsun. Resulullah’tan bir hadis rivayet edeceğim ve ben aynı görüşte olmayacağım?! O zaman beni hangi her taşır ve hangi gök altında barındırır?” diye sert bir cevap verir. (Hileytu’l-Evliya, 9:106)

Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Allah’a ve peygamberine ve size inzal ettiğimiz Kur’âna iman edin. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdârdır.” (Teğâbün, 64:8) ayrıca “Muhakakk mü’minler o kimselerdir ki Allah’a ve resulüne iman etmişler ve onun maiyetinde bulundukları zaman da ondan izin almadıkça bırakıp gitmezler” (Nur, 24:62) buyurarak peygamberden izinsiz hareket etmemeleri gerektiğini belirtmişlerdir.

Yüce Allah insanlara “Kitabı ve Hikmeti” (Âl-i İmran, 3:164)  öğreten bir peygamber gönderdiğini beyan eder. İmam-ı Şafi (ra) “Kitaptan maksat Kur’ân-ı Kerimdir; hikmetten maksat da hadis-i şerifler, yani Sünnettir” demiştir. Kur’an hakkında sahih ve güvenilir bilgiye sahip olanlar da “Hikmet” peygamberimizin (sav) “Sünneti” olarak açıklamışlardır. Demek ki sünnet Kur’anı açıklama ve uygulama için ayrı olarak peygamberin (sav) kalbine “İlham” edilmiş ilimdir.

Yüce Allah “Ey iman edenler! Allah’a itaat ediniz, resulüne itaat ediniz, sizden olan emir sahiplerine de itaat ediniz! Bir konuda aranızda ihtilafa düşerseniz Allah’a ve Resulüne arz ediniz” (Nisa, 4:59) buyurarak peygambere itaati emretmiştir. Allah’a arz elbette Allah’ın kitabına, Resulüne arz da elbette Resulullah’ın sünnetinedir. Zira peygamberin şahsı şu anda aynımızda olmadığına göre yüce Allah’ın bu emri nasıl uygulanacaktır? Elbette onun “Şahs-ı Manevisi” olan Sünnetine uymak şeklinde anlaşılacaktır.

Ayrıca İmam-ı Şafi (ra) “Peygamber size ne getirmişse onu alın ve neyi yasaklamışsa ondan sakının!” (Haşr, 59:7) ayetini de sünnete uyma konusunda delil kabul etmektedir. (Beyhaki, Delâilü’n-Nübüvve, 1:20-22)

İmam Beyhaki de “Sünnet delil olmasaydı Resulullah (sav) Veda Hutbesinde “Bakın! Burada bulunanlar bulunmayanlara tebliğ etsin, anlatsın; olur ki kendisine anlatılan anlatandan daha iyi beller ve uygular…” (Buhari, İlim, 9; İbn-i Mâce, Mukaddime, 18) buyurmuştur. Burada peygamberimiz (sav) elbette kendisinden rivayet edilecek olan hadisleri kast etmiştir. Yoksa benim sözlerimi değil, Kur’anı anlatın buyururlardı.

İmam-ı Şafi (ra) “Resulullah (sav) “Bizden işittiği bir hadisi işittiği gibi aynen ravayet edenin Allah yüzünü ağartsın. Çünkü kendisine aktarılan bazı kimseler dinleyenlerden daha iyi beller” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 18; Dârimi, Mukaddime, 24) buyurarak kendi sözünün dinlenip ezberlenmesini ve aktarılmasını ve kendisi ile amel edilmesini emretmiştir demiştir. (Şafi, Risale, 1:402) Çünkü peygamberimizin (sav) hadisi ya yerine getirilmesi gereken bir helal veya kaçınılması gereken bir haramdır veyahut din ve dünya ile ilgili bir nasihattir. (Şafii, Risale, 1:403) Dolayısıyla mutlak uyulması gereken ve uygulandığı zaman kişiye dünya ve ahirette fayda sağlayacak bir hikmet ve faziletini artıracak bir sünnettir.

Bu hadis ayrıca peygamberin (sav) sünnetinin hüccet ve delil olduğunu göstermektedir. Fıkhî bilgiyi fakih olmayan da ezberleyebilir ve başkalarına aktarabilir; ancak ondan hüküm çıkaracak olanlar âlimler ve fakihlerdir.

Peygamberimiz (sav) Hayber gününde bazı şeyleri haram kıldı, mut’a nikâhı ve ehlî eşek etinin yenilmesini haram kılması bunlardan bazılarıdır. Şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Dikkat ediniz! Yırtıcı tırnaklı hayvan, ehlî eşek ve zımnînin malı haramdır.” (Beyhaki, Delâilu’n-Nübüvve, 1:24)

Peygamberimiz (sav) “Sizden birinizi koltuğuna yaslanmış olarak kendisine emrettiğim veya nehyettiğim bir haber geldiği zaman ‘Biz Kur’ana tabi oluruz’ derken bulmayayım. Dikkat edin! Resulullah’ın haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir” (Ebu Davud, Sünnet, H. No: 4605; Tirmizi, İlim, 10; Şafi, Risale, 1:89) buyurdular.

İmam Beyhaki “Delail-i Nübüvve” isimli eserinde şöyle der: Şebib b. Ebi Fudale el-Mekkî İmran b. Husayn’ın (ra) şefaatle ilgili hadisini zikreder. Orada bulunan biri “Biz Kur’anda şefaatle ilgili bir şey bulamıyoruz” diye itiraz eder.

İmran adama: “Sen Kur’an okudun mu?” diye sorar.

Adam: “Evet!” der.

“peki Kur’anın hiçbir yerinde sabah namazının iki, öğlenin dört, ikindinin dört, akşamın üç rekat olduğunu gördün mü?”

“Hayır!”

“Peki, bunları kimden öğrendiniz? Bizden öğrenmediniz mi? Biz de Resulullah’tan öğrendik. Peki siz Kur’anda kırk koyundan bir, beş deveden bir, kırk paradan bir zekat düştüğünü okudunuz mu?”

“Hayır!”

“Öyleyse bunları kimden öğrendiniz? Bizden öğrenmediniz mi? Biz de Resulullah’tan öğrenmedik mi? Peki, siz Kur’anda “Kabe’yi tavaf ediniz!” (Hac, 22:29) ayetini okumadınız mı? Peki yedi defa tavaf edin ve arkasından iki rekat namaz kılın diye bir ifadeye rastladınız mı? Peki, siz Allah Teâlâ’nın Kur’anda “Allah’ın resulü size ne verdiyse alınız ve size neyi yasakladıysa ondan kaçınız” (Haşr, 59:7) buyurduğunu okumadınız mı?” diye cevap vermiştir.

 

  1. Sünnete Uymanın Farz Oluşu

Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde “İçinizden Allah’ın ayetlerini okuyan, küfür ve günah kirlerinden sizleri temizleyen kitap ve hikmeti size öğreten bir peygamber göndermekle Allah size büyük bir lütufta bulunmuştur” (Âl-i İmran, 3:164) buyurur. İmam-ı Şafi’nin “Hikmetten murad Resulullah’ın sünnetidir” (Şafii, Risale, 1:78) demiştir.

Beyhaki daha sonra şu hadisi rivayet eder: “İyi bilin ki, bana Kur’an ve onunla beraber bir misli verildi. Yine bilin ki bana Kur’an ve onunla beraber bir misli verildi. Keza bilesiniz ki karnı tok birisinin koltuğuna oturup şöyle demesi yakındır.’Size sadece Kur’an yeter! Kur’anda helal bulduğunuzu helal, haram bulduğunuzu haram kılın!’ REsulullah’ın haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir. Şunu bilesiniz ki ehli eşek eti, tırtıcı tırnaklı hayvanlar ve zımmılerin yitik malları size haramdır.” (Beyhaki, Sünen, 9:332; Delail-i Nübüvve, 4:549)

Daha sonra peygamberimiz (sav) “Size iki şey bırakıyorum. Bunlara yapışırsanız asla dalalete düşmezsiniz. Bunlar Allah’ın kitabı ve benim sünnetimdir. Bu ikisi havuzda buluşuncaya kadar beraber geleceklerdir.” (Hâkim, Müstedrek, 1:93; Beyhaki, Sünen, 10:114)

İmam Beyhaki şu hadisi de rivayet eder: “Şu altı kişiye peygamberler lanet etmişlerdir. Allah’ın kitabına ilavelerde bulunan, Allah’ın kaderini yalanlayan, zulümle ve zorbalıkla Allah’ın aziz kıldığını zelil ve zelil kıldığını aziz kılan, Allah’ın haramını helal kılan ve helalini yasaklayan ve benim sünnetimi terk eden.” (Suyuti, Camiu’s-Sağir, H. No: 4660; Feyzu’l-Kadir, 4:96; Taberani, Evsat, 2:398; Müstedrek, 1:36; 4:90)

Peygamberimiz (sav) sünnetini ihya konusunda ayrıca şöyle buyurmuşlardır. “Her ibadet edenin bir şevk ve iştiyak dönemi vardır. Bu şevk döneminden sonra bir gevşeklik dönemi arız olur. Kim bu dönmede benim sünnetime uyarsa kurtulur ve hidayete erer; kim de başka şeylere yönelirse helak olur.” (Tirmizi, H. No: 2570; Müsned-i Ahmed, 2:158, 188, 210)

Yine “Sünnetimi canlandıran beni seviyor denektir; beni seven ise cennette benimle beraberdir.” (Tirmizi, İlim, 16; İbn-i Mâce, Mukaddime, 15) “Ümmetin fesada düştüğü zaman kim benim sünnetimi ihya ederse yüz şehidin sevabını kazanır.” (Zevaid, 2:241)

 

  1. Sünnetin Çeşitleri

İmam-ı Şafi (ra) sünneti üç kısma ayırır. Birincisi, yüce Allah’ın kitabında emrettiği peygamberimizin (sav) de bu farz emirleri uygulayarak ümmetine nasıl yapılacağını gösterdiği hususlardır. İkincisi, Allah-ü Teâlâ’nın icmalî olarak inzal ettiği Resulullah’ın da bu ayetten ne kastedildiğini açıkladığı ve kulların bununla nasıl amel etmesi gerektiğini açıkladığı sünnetleridir. Üçüncüsü, hakkında Kur’anda ayet bulunmayan ancak Resulullah’ın sünnet olarak emrettiği ve yasakladığı hususlardır. Bütün bunlar Allah’ın ilm-i ilâhisindeki rızasına muvafık hususlardır. İmam-ı Şafi yüce Allah’ın rızasına uygun amel ve ibadetin nasıl yapılacağını peygamberin (sav) sünnetinin belirlediğini ifade eder.

İslam bilginleri Resulullah’ın sünnet kıldığı amel ve ibadetlerin aslının Kur’anda icmali olarak bulunduğunu ve sünnetin bunu uygulaması olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Namaz Kur’anın emri sünnet de bunun uygulaması oldu gibi… Aynı şekilde “Mallarınızı aranızda haksızlıkla değil, karşılıklı rıza ve yaptığınız ticaretle yiyiniz” (Nisa, 4:29) “Allah alışverişi helal, faizi haram kıldı” (Bakara, 2:275) ayetinin uygulaması peygamberimizin (sav) sünneti ve uygulaması ile hayata geçmiştir.

 

  1. Sünnete Uymanın Önemi

Sünnet olan hususlar ya Cebrail’in (as) öğretisi ile veya yüce Allah’ın vahiy denen “İlham-ı İlâhi” ile kalbine konan hikmetledir. Bu nedenle Hz. Ömer (ra) İçtihat Resulullah (sav) tarafından yapılırsa isabetli olurdu. Çünkü yüce Allah ona hakkı gösteriyordu. Bizim görüş belirtmemiz ise zan ve tahmindir” demiştir.

İmam Beyhaki “Cebrail (as) Kur’ânı inzal ettiği gibi sünneti de Resulullah’a inzal ediyordu. Kur’anı öğrettiği gibi sünneti de öğretiyordu” (Darimî, Mukaddime, 49) demiştir. Bu nedenle İmam-ı Şafi (ra) “Yüce Allah Resulullahın (sav) sünnet olarak koyduğu her şeye tabi olmamızı farz kılmıştır. O’na uymayı kendisine itaat etmek ve uymamakta direnmeyi de kendisine isyan olarak va’z etmiştir. Bu genel hüküm sünnete uymama konusunda hiçbir çıkış yolu bırakmamaktadır” (Risale, 1:88) demiştir. Nitekim yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Muhakkak ki sana biat edenler aslında Allah’a biat etmişlerdir. Allah’ın eli onların eli üzerindedir.” (Fetih, 48:10) ve “Kim Resule itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa, 4:80) buyurmuştur. Bu nedenle peygamberimiz (sav) “Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş olur; bana isyan eden de Allah’a isyan etmiş olur” (Buhari, Ahkâm,1; Cihad, 109; Müslim, İmare, 32-33; Nesai, Bey’at, 27) buyurmuşlardır.

Peygamberimiz (sav) uzandığı sırada uyku ile uyanıklık arası olan yakaza halinde meleklerin konuşmalarına şahit olur. Bir melek diğerine “Peygamber uyuyor galiba!” der. Diğeri “Hayır, Onun gözleri uyusa da kalbi uyanıktır” diye cevap verir. Sonra kendi aralarında “Bu peygamberin misali yeni bir ev yapıp insanları evine ziyafete davet eden ev sahibinin misalidir. Kim davete icabet ederse eve girer ve nimetlerden istifade eder. Kim de davetine icabet etmezse mahrum kalır” derler. Bir başka melek “Bu misali hakikate nasl tatbik edeceğiz?” der. Misali veren melek de “O ev cennettir. Davetçi de Hz. Muhammed’dir. (sav) Kim Muhammed’e itaat eder ve davetine icabet ederse cennete girer, kim de yüz çevirir de davetine icabet etmezse cennetten mahrum kalır. Muhammed hak ile batılın arasını ayıran, hak ve hakikati insanlara ders veren bir muallimdir” şeklinde açıklar. (Buhari, İ’tisam, 2; Darimi, Mukaddime, 2; Suyuti, Camiu’s-Sağir, 2:92) Peygamberimiz (sav) daha sonra bu hali sahabelerine açıklar ve “Yüz çevirenler hariç ümmetimin tamamı cennete girecektir” buyurur. Sahabeler “Yüz çevirenler kimlerdir?” diye sorarlar. Peygamberimiz (sav) “Bana itaat eden cennete girer, itaat etmeyen de benden yüz çevirmiş olur” (Buhari, İ’sitam, 2) buyurdular.

İmam-ı Şafi bu hadisleri rivayet ettikten sonra “Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde şöyle buyurur: ‘Ey mü’minler! Peygamberi kendi arkadaşlarınızı çağırdığınız gibi çağırmayın. İçinizden birbirinizi siper ederek sıvışıp gidenler muhakkak ki Allah bilmektedir. Bu nedenle onun emrine aykırı hareket edenlerin başlarına bir bela gelmesinden veya çok elim bir azaba çarpılmalarından çekinmeleri gerekir.’ (Nur, 24:63) Öyle ise inananların peygambere mutlak itaat etmeleri gerekir. Bu emir sadece sahabeleri değil, kıyamete kadar bütün mü’minleri kapsar” demektedir. Nitekim yüce Allah “Allah’a ve Resulüne itaat edin. Bir konuda ihtilafa düşerseniz onu Allah’a ve Resulüne arz edin.” (Nisa, 4:59) İslam bilginleri ittifakla Allah’a arz etmenin Kur’ana bakmak, Resulüne arz etmenin de Sünnete bakmak ve sünnet ile amel etmek” olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Bu hususta “İcma” vardır. (Şafi, Risale, 1:404)

 

  1. Dini Hükümlerin Kaynağı Olarak Sünnet

İmam-ı Şafii “Sahabe içinde peygamberin (sav) sünneti haber verildiği zaman kabul etmeyen, kendi görüşünü bırakıp sünnete rücû etmeyen ve sünnet olarak onu sabit kılmayan bir kimse bilmiyorum” der. Bu konuda bir örnek verir. Şöyle ki: Hz. Ömer (ra) hilafeti döneminde Kâbe’yi tavaf etmeden önce koku sürünmeyi yasaklamıştı. Hz. Aişe (ra) “Resülullah ihrama gireceği zaman ve ihramdan çıkmak için Kâbeyi tavaf etmeden önce ben onun ihramına koku sürmüştüm ve peygamberimiz (sav) buna bir şey demedi” demesi üzerine bu yasağı kaldırmıştır. “Elbette Allah’ın resulünün sünneti uyulmaya daha layıktır” demiştir. (Buhari, Hac, 18; Ebu Davud, Menâsik, 10; Tirmizi, Hac, 77)

İmam-ı Şafii bundan sonra “Bu olay bize Resulullah’ın sünnetine uymanın farz bir vazife olduğunu göstermektedir” demektedir. Sonra ilave eder: “Sahabeden sonra Tabiun da bu yolu takip etmişlerdir. Gerek ibadette ve gerekse adetlerde peygamberden gelen haberleri “Sünnet” olarak tespit edip buna uymayı adet edinmişlerdir. Sünnete tabi olanlar övülmüş, sünnetten ayrılanlar da kınanmıştır. Bizim nazarımızda da sünnetten ayrılan, ashabın ve tabiinîn yolundan gitmeyenler cahiller grubuna dâhildir” demiştir.

İmam Beyhaki de “Bir kişiye bir sünnet aktarıldığı zaman ‘Bunu bırak, sen bize Kur’andan haber ver!’ diyen kimse sapıtmıştır” demektedir. Çünkü sünnet dinde Kur’andan sonra hüküm koymada ikinci kaynaktır. Dinin sahibi de Kur’anın uygulayıcısı da peygamberdir. Bu nedenle peygamberin her ibadeti ve her sözü dinin bir meselesidir. Kabul etmeyenin dini de inancı da noksandır. Tabiinden Mutarrif b. Abdillah’ın yanında adamın biri “Bize hadis aktarmayı bırak da Kur’andan haber ver!” diyince “Vallahi biz hadisi Kur’an yerine koymuyoruz. Bilakis Kur’anı açıklamak ve uygulamasını göstermek için Hadis’i naklediyoruz. Çünkü Resulullah Kur’an-ı Kerimin ilk muhatabı ve uygulayıp göstermekle Allah’ın vazifelendirdiği peygamberidir” demiştir.

Yine Hz. Osman (ra) hilafeti zamanında Hacda ihrama girerken Hac ile Umrenin beraber yapılmasını yasakladı. Hz. Ali (ra) sesli bir şekilde “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk. Niyet ettim hac ile umreyi beraber yapamaya!” diye niyet edince Hz. Osman (ra) “Ben bunu yasaklıyorum. Sen ise itaat etmiyorsun!” diyince Hz. Ali (ra) “Bir insanın sözüne bakarak Resulullahın (sav) sünnetini terk edemem!” diye itiraz etmiş ve Hz. Osman (ra) bu yasağı hemen kaldırmıştır.

Tabiinden olanlar hadis naklediyorlardı. Bazıları da “Sen bunu bizzat Resulullah’tan (sav) işittin mi?” diye itirazvari soruyorlardı. Hadisi nakleden zat da “Vallahi ben işitmedim ama falan sahabeden veya falan zattan duydum” diye naklediyordu. Sonra Tabiinden olanlar “Vallahi biz yalan söylemiyorduk ve yalanın ne olduğunu da bilmiyorduk. Bizim zamanımızda yalan yoktu, sonradan yalancılık ortaya çıktı” demişlerdir. Çünkü onlar peygamberimizin (sav) “Benden hadislerimi nakledin. Benim adıma yalan uydurmayın. Kim bilerek benden yalan bir şey söylerse cehennemdeki yerini hazırlasın!” (Buhari, İlim, 38; Cenâiz, 33; Enbiya, 50; Edeb, 109; Ebu Davud, İlim, 4) tehdidinden çok korkuyorlardı.

Peygamberimiz (sav) Muaz b.Cebel’i (ra) Yemen’e muallim olarak gönderirken şöyle dedi:

“-Ya Muaz! Senin önüne herhangi bir mesele gelirse nasıl hüküm vereceksin?”

“-Allah’ın kitabı ile…”

“-Allah’ın kitabında ona dair bir hüküm bulamazsan?”

“-O zaman Resulullah’ın sünneti üzere hüküm veririm…”

“-Peki, Resulullah’ın sünnetinde de bir hüküm bulamazsan ne yapacaksın?”

“-O zaman aklımla ve içtihadımla hüküm veririm” dedi.

Peygamberimiz (sav) bunun üzerine Muaz’ın (ra) göğsüne vurdu ve “Allah Resulünün razı olacağı şekilde Allah resulünün elçisini muvafık kılan Allah’a Hamd olsun!” (Ebu Davud, Akdiyye, 11; İbn-u Mâce, Menâsik, 38; Darimi, Mukaddime, 20; Beyhaki, Medhal, 127-128) buyurdular.

Beyhaki Şafii’ini talebesi Müzenî’den senediyle nakleder ki İmam-ı Şafii (ra) bir gün talebeleri ile otururken üzerinde bir cübbe ve sarıkla elinde asa bulunan yaşlı bir zat geldi. İmam Şafii ona hürmeten ayağa kalktı, onu karşıladı ve oturttu. Sonra elbisesini topladı ve hürmetle oturdu. İmam Şafii sonra “-Sormak istediğin şeyi sorabilirsin!” dedi.

Yaşlı “Allah’ın dininde delil olan şey nedir?” dedi.

“-Allah’ın kitabıdır.”

“-Başka nedir?”

“-Resulullah’ın sünnetidir.”

“-Başka nedir?”

“-Ümmetin ittifak ve icmasıdır!” dedi.

Yaşlı “Bunu nereden çıkarıyorsun?”

“-Bunu da Allah’ın kitabından çıkarıyorum!” dedi imam.

Yaşlı “Bununla ilgili ayeti söyler misin?” dedi.

İmam-ı Şafi bir müddet düşündü; ama ilgili ayeti hatırlayamadı ve bulamadı. Bunun üzerine yaşlı adam: “Sana üç gün ve üç gece müddet veriyorum. Allah’ın kitabında ümmetin ittifak ve icmaına delil bulamazsan bu yanlışından vazgeç ve Allah’a tövbe et!” dedi ve gitti.

İmam-ı Şafinin çehresi değişti ve sarardı. Kalktı hücresine gitti ve üç gün hücresinden dışarı çıkmadı. Üçüncü günün sonunda talebelerinin yanına çıktı. Elleri ve ayakları şişmiş ve gözü uykusuzluktan kanlanmıştı. Bir müddet sonra yaşlı adam geldi. Selam verdi ve oturdu.

“-Delilini göster bakalım!” dedi.

İmam-ı Şafi (ra) “Eûzübillahi mine’ş-şeytani’r-racîm. Bismillahi’r-Rahmani’r-Rahîm! Doğru yol apaçık kendisine belli olduktan sonra peygamberden ayrılıp, mü’minlerden başkasının yoluna uyan kimseyi döndüğü yere döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne fena bir yerdir!” (Nisa, 4:115) ayetini okudu. Sonra “Bu ayet mü’minlerin hilafına davranmak sebebiyle kişiyi cehennemle tehdit ediyor. Bu da mü’minlere uymanın farz olduğunu gösterir” dedi.

Yaşlı adam “Doğru söyledin. Seni tasdik ediyorum!” dedi ve kalktı gitti. İmam-ı Şafi adam gittikten sonra “Her gün ve gecesinde kur’ânı üç defa baştan sona kadar okudum ve bu ayeti buldum” dedi.

Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde peygamberimize (sav) hitaben “İnsanlara kendilerine inzal edileni açıklaman için sana bu Kur’anı indirdik” (Nahl, 16:44) buyurur. Bu nedenle İslam bilginleri “Kur’an sünnet üzerine hüküm koyucu olarak gelmemiştir. Sünnet ise Kur’an üzerinde hüküm koyucu olarak gelmiştir.” (Darimi, Mukaddime, 49) Çünkü Sünnet Kur’anı şerh edip açıklayıcıdır. Kur’an sünneti açıklayıcı değildir. Bu kanunların yasaları açıklamasına ve yasaları sınırlamasına benzer. Yasalar kanunlarla uygulamaya geçerler. Kanunları da yönetmenlikler ve tüzüklerle uygulanabilir. Tüzüklerin, yönetmenlik ve kanunların amacı Anayasa’yı uygulanabilir kılmaktır. Bu nedenle kanunlar yasaları sınırlar; ama Yasalar kanunları sınırlamaz. Sonuçta hiçbir kanun, yönetmenlik ve tüzük Anayasa’ya aykırı olamaz.

İslam bilginleri “Peygamberin sahih bir hadisi gelince kimsenin söz hakkı kalmaz. Resulullah’ın sözü varken başkasının sözüne gerek yoktur. Peygamber hariç herkesin sözü alınır da alınmayabilir de” (Beyhaki, Medhal, 105-106; Heysemi, Zevaid, 1:179) demişlerdir. Nitekim Sakifli bir adam Hz. Ömer’e gelerek “Kabeyi tavaf eden bir kadın hayız görürse veda tavafını yapmadan yurduna dönebilir mi?” diye sordu. Hz. Ömer “Hayır! Dönemez” diye cevap verdi. Bunun üzerine Sakifli “Böyle bir konuda Resulullah bana senin vediğin hükmün aksine hüküm vermiştir!” diyince Hz. Ömer adama kamçı ile vurarak “Resulullah’ın sana hüküm verdiği bir meseleyi ne diye bana soruyorsun!” dedi. (Beyhaki, Medhal, 107)

 

  1. Nasih ve Mensuh Konusunda Sünnet ve Fetva Verme Yetkisi

Peygamberimiz (sav) “Kur’andan kendi rey ve hevesine göre hüküm çıkaran isabet etse de hata etmiştir” (Ebu Davud, İlim, 5; Tirmizi, Tefsir, 1 ) buyurdular. Bu hadis göstermektedir ki heva ve hevese ve nefse kolaylık olsun diye Kur’andan hüküm çıkarmak yoktur. Allah’ın emrinin farklı şartlarda nasıl uygulanması gerektiği konusunda hüküm çıkarmak gerekir. Amaç nefsin rızası değil, Allah rızası olmalıdır.

Hz. Ömer (ra) fakih ve müfessir olduğu için Abdullah b. Abbas’a (ra) “Bu ümmetin kitabı, peygamberi ve kıblesi bir olduğu halde neden Kur’andan farklı hükümler çıkarmaktadırlar?” diye sorar. Abdullah b. Abbas (ra) da “Yâ Emire’l-mü’minîn! Biz Kur’anı ne sebeple inzal edildiğini bilerek okuyor ve peygamberimizin uygulamalarını bilerek anlıyoruz. Bizden sonra öyleleri gelecek ki ayetlerin ne sebeple nazil olduğunu bilmeyecekler ve peygamberin sünnetini bilemeyecekler. Her topluluk ayetlerle ilgili kendi görüşünü öne çıkaracak. Farklı görüşler ortaya çıkınca da ihtilaflar çoğalacaktır” şeklinde cevap vermiştir.

Hz. Ali (ra) bir gün yanlış hüküm veren bir kadıya rast gelir ve “Sen nasih ve mensuh nedir bilir misin?” diye sorar. Kadı “Hayır, bilmiyorum!” diyince “Sen kendini de fetva verdiğin kişiyi de helak ettin!” der. (Beyhaki, Medhal, 163) İmam-ı Şafi bunu rivayet ettikten sonra der ki. “Kur’andaki nasih ve mensuhlar ancak Sünnetle bilinir. Bu nedenle sünneti bilmeyen nasih ve mensuhu da bilemez. (Şafii, Risale, 1:222) Yine bu nedenledir ki İbnu’l-Mübarek (ra) “Kişi ne zaman fetva verebilir?” diye soran birisine “Hadisleri biliyor ve içtihat edebilir bir seviyede ilim sahibi ise o zaman fetva verebilir” diye cevap vermiştir. (Beyhaki, Medhal, 179)

Bütün bu hususları peygamberimiz (sav) “Arzuları benim getirdiklerime tabi olmadıkça bir mü’minin imanı kemâle ermez!” (Beyhaki, Medhal, 188) buyurarak özetlemiştir. Nitekim sahabeler Hudeybiye anlaşmasını Ebu Cendel elleri ve ayakları kelepçeli olarak geldiği zaman asla imzalamak istemediler. Sehl b. Huneyf (ra) ve Hz. Ömer (ra) savaşmaya çok kararlı oldukları halde peygamberimiz (sav) “Benim kabul ettiğimi neden kabul etmiyorsunuz?” demesi üzerine razı olduklarını ifade etmişlerdir. (Buhari, Cizye, 18; İ’tisam, 7; Müslim, Cihad, 95) Fakat sonuç çok güzel olmuştur. Bunlar sahabeleri yüce Allah’ın imtihan etmesinden başka bir şey değildi… Onlar bu gibi çetin imtihanlardan geçmişler ve peygamberimize (sav) kayıtsız şartsız teslim olmuş ve imtihanı kazanmışlardır.

 

  1. Sahabelerin ve Tabiinin Sünnet Hakkındaki Görüşleri

Gerek sahabeler, gerekse sahabelerden dini öğrenen tabiinin büyükleri ve ümmetin ekserisi Allah’ın emirlerini yapmada, hadleri ve cezaları uygulamada, muamelat ile ilgili tüm hususlarda peygamberimizin (sav) sünnetini esas almışlardır.

Sahabelerden Hz. Ali (ra) “Din akla göre olsaydı meshin üstünü değil, altını meshetmek münasip olurdu. Fakat ben Resulullah’ın meshin üstünü meshettiğini gördüm” demiştir. Abdullah b. Ömer (ra) “Ümmet sünnete sarıldığı sürece doğru yoldan sapmaz” der. Hz. Ömer (ra) da “Kur’anı öğrendiğiniz gibi sünneti de öğrenin. Miras ilmini de Arapça kelimelerinin i’rabını da öğrenin ki Kur’ana yanlış mana vermeyesiniz!” demiştir.

Tabiinin büyüklerinden Süfyan-ı Servi (ra) “İlim hadislerin tamamını bilmektir. İyi niyetli bir alim için hadis öğreniminden daha faziletli bir amel ve ilim yoktur” demiştir. Kendisine İmam-ı Azam Ebu Hanife şikâyet edilince “Nesi var onun? O Allah’ın kitabı ile, onda bulamazsa peygamberin sünneti ile, onda da bulamazsa sahabenin kavli ile, onda da bulamazsa kendi reyi ile içtihat etmektedir ki bu da diğer müçtehitler gibi onun temel hakkıdır” diye müdafaa etmiştir.

Yine tabiinin ileri gelenlerinde Urve “Sünnete uymak dinin esasıdır” der. Evzaî de “Sana Resululah’ın bir sünneti gelince sakın onun aksine bir şey söyleme! Zira Resulullah (sav) doğrudan Allah’ta ilham tariki ile alıp tebliğ etmektedir” demiştir.

İmam-ı Şafii (ra) “Ne zaman hadis ehlinden birisini görsem sanki Allah’ın Resulunün sahabelerinde birini görmüş gibi olurum. Kitabımızda Resulullah’ın sünnetine aykırı bir şey bulursanız bizim sözümüzü bırakın ve Sünneti alın. Zira görüşümüz sünneti ihya etmektir. Biz bir sünnete ulaşmamış olabiliriz” demiştir.

İmam-ı Malik (ra) hadis rivayet etmek istediği zaman abdest alır, saçını ve sakalını tarar, heybetle ve izzetle oturur sonra hadis rivayet ederdi. Yolda, ayakta ve acele bir işi varken asla hadis rivayet etmezdi. A’meş, Katade ve tabiinin ileri gelenleri abdestsiz hadis yazmaz ve okumazlardı. (İmam-ı Beyhaki, Medhal, 300-400)

Ebu Hureyre (ra) ve Abdullah b. Amr (ra) peygamberimizden (sav) duyduklarını yazıyorlardı. Hatta bir defasında Ebu Hureyre (ra) “Ya Resulallah sizin sözlerinizi bazen unutuyorum” dedi. Bunun üzerine peygamberimiz (sav) ona hususi dua etti. Bir mendil serdi üzerine bir şeyler doldurdu ve katlayıp kendisine verdi. Bundan sonra asla unutmadı. (Tirmizi, İlim, 12)

Son olarak Emevi Halifesi Ömer b. Abdulaziz (ra) Medine valisi Ebubekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm’a resmi bir yazı (Emirname/Genelge) göndererek “Resulullah’tan varid olan sünnet ve hadisleri araştırıp yaz. Çünkü ilim ehlinin kaybolması ile ilmin zayi olmasından korkuyorum!” demiştir. Böylece ilk olarak resmi bir emir ile Hadis ve Sünnetin toplanması başlamış oldu. Beyhaki, Darimi ve Zührî gibi muhaddisler “Geçmiş alimlerimiz ‘Sünnete yapışmak kurtuluştur’ dediklerini biliyoruz” demişlerdir.

 

  1. Peygamberimizin (sav) Sünnetle İlgili Hadisleri

Peygamberimiz (sav) bizzat dinin tebliği, beyanı ve uygulaması ile ilgili olarak sünnetin önemi üzerinde durmuş ve sahabelerine sünnetinin korunmasını ve dinin yaşanmasını tavsiye etmiştir. İslam bilginleri “Dinden ilk olarak kalkacak olan sünnetlerdir” demişlerdir (Darimi, Mukaddime, 16) ve sünnetin korunmasına dinin korunması için önem vermişlerdir.

Bu hadislerden bazılarını buraya alıyoruz.

  1. “Sünnetimden yüz çeviren benden değildir.” (Buhari, Nikah, 1; Müslim, Nikah, 5)
  2. “Benim halifelerim benden sonra gelip sünnetimi öğretenedir.” (Heysemi, Zevaid, 1:126)
  3. “Kim sünnetimle amel etmek, bir bidatı ortadan kaldırmak için benden bir hadis rivayet ederse o kimseye cennet vardır.” (Suyuti, Camiu’s-Sağir, H. No: 8363)
  4. “Kim benim adıma yalan uydurursa veya benim bir sünnetimi reddederse cehennemde kalacağı yeri hazırlasın.” (Aliyyu’l-Muttaki, Kenz, 1:94)
  5. Abdullah b. Ömer (ra) “İlim üçtür. Şeriatı anlatan Allah’ın kitabı, Resulullah’ın sünneti ve kesin bilmediği hususlarda bilmiyorum demektir.” (Heysemi, Zevaid, 1:172)
  6. “Benden sonra ümmetim için en çok korktuğum şey Kur’anı asıl manasından sapıtarak hevasına göre tevil etmeleridir. Bir de Kur’anı anlamada kendilerini başkalarından daha ehil görenlerdir. Zira onlar başkalarının ilminden faydalanmaz ve istişare etmezler.” (Heysemi, Zevaid, 1:187; Kenz, 10:187)
  7. “Bir toplum bir bidat ihdas edince bir sünneti ortadan kaldırmış olurlar. Öyle ki her yeri bidalar kaplar da sünnetler ortadan kalkar.” (Müsned-i Ahmed, 4:105; Heysemi, Zevâid, 1:188)
  8. “Bidaların istilası zamanında kim sünnetime sarılırsa ona yüz şehidin sevabı vardır.” (Münzirî, Terğîb ve Terhîb, 1:41; Taberânî, Mecmeu’l-Kebîr, No:1394; Kenz, 1:100; Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 7:282)
  9. “Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak ve bunlardan ancak benim ve sahabelerimin yolunda olanlar kurtulacaktır.” (Ebu Davud, Sünnet, 1; Tirmizi, İman, 18; Darimi, Siyer, 75; İbn-i Mâce, Fiten, 17)

 

Sonuç:

Hz. Ali (ra) Hariciler ile konuşmak üzere peygamberimizin duasına mazhar “Müfessir-i Kur’an” Abdullah b. Abbas’ı (ra) gönderir ve ona şöyle der: Sen onlara gittiğin zaman sakın kur’an ile tartışmaya girme. Resulullah’ın hadislerini delil olarak ileri sür!” Abdullah b. Abbas (ra) “Ya Emire’l-Mü’minîn! Ben Allah’ın kitabını herkesten daha iyi bilirim. Çünkü Kur’an bizim evimizde nazil oldu” der. Hz. Ali (ra) “Doğrudur. Ancak Kur’an-ı Kerimin kelime ve ayetlerinin pek çok manaları vardır. Biz bir şey deriz onlar farklı manalara çeker ve farklı şeyler söylerler ve senin anladığını kabul etmezler ve seni de cahillikle itham ederler. Sen en iyisi Resulullah’ın tatbikatı ve sünneti ile onlara delil getir. Çünkü onlar bundan kaçacak yer bulamazlar” diye cevap verir.

Hz. Abdullah b. Abbas (ra) hadislerle onları köşeye sıkıştırdı ve onların kaçacakları delikleri kalmadı. Zira Kur’anın emir ve yasakları sünnetler ile hayata geçer ve peygamberimiz (sav) bu nedenle Sünnetine değer vermiştir. Yüce Allah bu nedenle sünnete uymayı farz kılmıştır.

Sahabeler ve bilhassa fakih sahabelerden Abdullah b. Ömer (ra) hacca gelen Tabiinin bilginlerine ve fakihlerine şöyle tavsiyelerde bulunurdu: “Siz fakihlersiniz. Şeritaı anlatan Kur’an ve varid olan sünnetlerle hüküm verin. Böyle yapmazsanız hem siz helak olur, hem de ümmeti helake sürüklersiniz.” (Darimi, Mukaddime, 20)

Sahabeler gecelerini üçe ayırırlardı. Üçte birinde uyurlar, üçte birinde Kur’an okur ve namaz kılarlar, üçte birinde de peygamberimizin (sav) hadislerini tekrar ederek müzakere ederlerdi. Bilhassa Ebu Hureyre (ra) ve hadis yazan sahabeler bunu yaparlar. Sabah olunca da ezberledikleri hadisleri ders verirler ve rivayet ederlerdi. (Darimi, Mukaddime, 39)

(1560)

etiketler:

Yorum(1)

  1. Hz. Ömer (ra) fakih ve müfessir olduğu için Abdullah b. Abbas’a (ra) “Bu ümmetin kitabı, peygamberi ve kıblesi bir olduğu halde neden Kur’andan farklı hükümler çıkarmaktadırlar?” diye sorar. Abdullah b. Abbas (ra) da “Yâ Emire’l-mü’minîn! Biz Kur’anı ne sebeple inzal edildiğini bilerek okuyor ve peygamberimizin uygulamalarını bilerek anlıyoruz. Bizden sonra öyleleri gelecek ki ayetlerin ne sebeple nazil olduğunu bilmeyecekler ve peygamberin sünnetini bilemeyecekler. Her topluluk ayetlerle ilgili kendi görüşünü öne çıkaracak. Farklı görüşler ortaya çıkınca da ihtilaflar çoğalacaktır” şeklinde cevap vermiştir.

    S.a. Yukarıdaki bilginin kaynağı verilmemiş. Mümkünse kaynağını verebilir misiniz?

YORUM YAZ

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir