ANASAYFA MAKALELER AKAİD-İ İSLAMA DAİR MESELELER
AKAİD-İ İSLAMA DAİR MESELELER

AKAİD-İ İSLAMA DAİR MESELELER

1.10K
0

AKAİD-İ İSLAMA DAİR MESELELER

 

1. İlm-i Kelam: Cenab-ı Hakkın Zat, Sıfat ve Esmasından ve yaratılan eşyanın ahvalinden İslam kanunları çerçevesinde bahseden bir ilimdir.
2. İlm-i Kelamın Mevzuu: İslam akaidini isbata medar olan mesaildir.
3. İlm-i Kelamın Tarihçesi: Kelâmi konularda sohbetler yapan ilk bilgin “Hasan-i Basri”dir. (ra) Hasan-i Basrinin (ra) (H. 80/110) “İlm-i Tevhid” namıyla bir risalesi vardır. Onu talebelerinden sayılan İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra) izler. O da “Fıkh-ı Ekber” isimli risalesi ile Kelam ilminin temellerini atmıştır.
4. Mutezile Mezhebi: İ’tizal Mezhebi H. 21/110 yıllarında yaşayan Hasan-i Basri’nin (ra) halka-i tedrisinden “Günah-ı Kebireyi işleyen ne mü’mindir, ne de kâfir” diyerek ayrılan Vasıl b. Atâ’nın oluşturduğu fikir ekolüdür. Hasen-i Basri (ra) “İ’tezele annâ Vâsıl” dediği için bu ekole “Mutezile Mezhebi” denilmiştir. Mutezile kendi eksik aklına ve felsefenin yanlış bilgilerine dayanarak Ehl-i Sünnete muhalif görüşler ortaya atarak “Fırak-ı Dalle”den bir fırka oluşturmuştur.
5. Mutezilenin Görüşleri: Beş temel görüşü vardır. Birincisi, “kul kendi fiilinin hâlıkıdır” diye Allah’ın fiillerini kula isnat ederek şirke düşmüştür. İkincisi, Allah’ın zatından ne ayrı ve ne de gayrı olan ezeli sıfatlarını inkâr ile Tevhid konusunda yanılarak dalalete düşmüştür. Üçüncüsü, “Günah-ı kebireyi işleyen ne mü’mindir ne kâfirdir” diyerek peygamberin sünnetine ve Kur’ân-ı kerimin hakikatlerine ters düşerek yoldan çıkmıştır. Dördüncüsü, “Asilerin tecziyesi ve mutilerin taltifi Allah’a vaciptir” diyerek “İrade ve Aff-ı ilâhiyi” nefyedip Allah’a “Mucib-i bizzat” zannederek “İrade-i İlâhiyi” inkâr etmişler ve bid’aya girmişlerdir. Beşincisi, “Emr-i bi’l-ma’ruf ve Nehy-i ani’l-münkeri” kendi görüşlerini kabul ettirmek için dar bir daireye inhisar ettirmiştir. Bununla herkesin nefretini çekmişlerdir.
6. Eş’âri: İtizal imamlarından Ebu Ali Cubbaî’yi “İhvet-i Selase” konusunda mağlup ederek ayrılan Ebu’l-Hasan el-Eş’âri (ra) (H. 266–330) Ehl-i Sünnet Kelamını oluşturacak olan “Eş’ari Mezhebini” kurmuştur.
7. Maturudi: Ebu Mansur Maturudî (H.280/333) Özbekistan ve Semerkand çevresinde yaşamış ve Hanefi mezhebine mensup olup “Ehl-i Sünnet Kelamını” oluşturmuştur. Eş’âriye muhalif bazı görüşleri varsa da Selefe daha yakın bir metot takip etmiştir.
8. Selef ve Kudemâ Dönemi: İmam-ı Gazali’ye (M.1058/1111) kadar olan döneme “Selef ve Kudemâ Dönemi” denir. Bu dönemde Kelam ilmine “Fıkh-ı Ekber” denilmekteydi. Gazali’den sonra Felsefe ile barışık ve Felsefecilere cephe almış bir ilim olarak yeni bir döneme girecektir. Gazali, Razi, Amidî, Beydâvî bu dönemin en önemli Kelam ulemasındandır.
9. İMAN: Maturûdice iman yalnız kalbin tasdikinden ibarettir; ikrar imanın bir cüz’ü değildir. Eş’ârice ikrar imanın bir cüz’üdür. Amel ise kâmil bir imanın alametidir. Bu nedenle İmam-ı Şafi imanı “Kalben tasdik, lisanen ikrar ve azalarla amel etmek” şeklinde tarifini bulmuştur. İman kemiyetçe artmaz ve eksilmez; ancak keyfiyet itibarıyla kuvvetlenir ve zayıflar. Zira delillerin artması ile iman da güçlenir. Bu cihetle kemalatın sonu yoktur. Bu nedenle ışığın mum ışığından güneş ışığına kadar mertebesi olduğu gibi imanda da nâ-mütenâhî bir suud ve sukût mevcuttur.
10. Eski zamanda “Taklidi iman” yeterli idi. Ancak bu zamanda ilim tekâmül etmiş ve insanlık tekemmül etmiş olduğu için taklidi iman geçerli değildir. Zaman tenevvür etmiş, taklit devri bitmiş, tahkik ve hürriyet devri başlamıştır. Yüce Allah araştırmayı emretmiştir. Bu nedenle Maturudi ve İmam-ı Azam “Ehl-i fetret dahi aklı ile Allah’ı bulması gerekir” demiştir. Zira aklın görevi budur.
11. Allah’a İman’ın Delilleri: Allah’ın varlığının temel dört delili vardır. Birincisi, Bu Kitab-ı Kebir-i kâinattır. İkincisi, Allah’ın kitabı Kur’ân-ı Kerimdir. Üçüncüsü, bürhân-ı nâtık olan peygamberimizdir. (asv) Dördüncüsü, insanın “Vicdan” denen hissidir. Felsefî deliller ise “İmkân” “Hudus” “İntizam” ve “Vücut ile Hayat” delileridir. “Her şey varlığına birer delildir. // Her şey onu tesbih eder zikreder. // Kâinatın satırlarını okumaya bak, // Onlar sana Mele-i a’ladan gelen mektuptur.”
12. Sıfat-ı Kadime: Allah zatına has, mahlûkatına muhalif sıfatlarını “Tevhid/İhlas Suresinde” bize haber vermiştir. Bunlar da “Vücut, Kıdem, Beka, Vahdaniyet, Muhalefetün-lil havadis ve Kıyam bi-nefsihi” sıfatlarıdır. Bu sıfatlar zat-ı ilâhiye hastır. Bir şeyin vücudu için behemehâl “İlim, irade ve kudret” sıfatlarına ihtiyaç vardır. Bunlar ise “Kelam, Semî, Basar” sıfatlarını bu dahi bizzarure “Hayat” sıfatını gerektirir. Subûtî sıfatlar bu şekilde sübut bulur. Mevcudat ancak bu sıfatlara sahip olan bir Vacibu’l-Vücûd’un icadı ile vardır ve varlık “Vacibu’l-Vücuda ve sıfatlarına delildir.
13. Cenab-ı Vacibu’l-Vücûd ve Hâlık-ı Külli Mevcûd her yerde hazır ve nâzır, mekândan münezzehtir. Zira “Sıfat-ı Kadimesi” cihân-şumuldür. Bu itibarla kâinat kabza-i tasarrufunda bütün eczâsıyla, zerratıyla ve insanların kalplerindeki düşüncelere kadar Cenâb-ı Hakkın murakabesi altındadır. Ruhumuzun tüm bedeni, güneşin tüm eşyayı ihatası gibi “Yüce Allah’ın rahmeti, hikmeti, muhabbeti bütün eşya ve şuûnâtını ihata etmiştir.”
14. Muhalefetün-lil-Havadis: Cenab-ı Hak mahlûkata muhaliftir. Ne zâtında, ne sıfatlarında, ne de ef’âlinde şibihi, naziri yoktur. “Onun benzeri gibi bir şey yoktur. O tüm mahlûkatını hakkıyla bilir ve her ihtiyacı işitir.” (Şura, 42:11) Bir şey maddilik hususunda ne derece katı olursa o nispette daire-i faaliyeti o derece darlaşır. Meselâ, iğnenin yaptığını balta yapamaz. Aynı şekilde su, gazyağı, hava, ziya, hararet, hayal ve ruh gibi lâtifelerin en müessir olanı en lâtifidir. En âciz olanı da en kesif olanıdır. Hararetin girdiği yere ziya giremez, hayalin gezdiği daireye harâret giremez. Binâenaleyh Hâlık Teâla maddiyattan ve ruhaniyattan değildir ve tüm mahlukâta muhaliftir. “O Latîftir ve Habîrdir.” (Mülk, 67:14)
15. Kur’an-ı Mübîn: Yüce Allah’ın vahyi ve kelamı olduğunun delilleri peygamberimizin ikrarı, ümmi olması, ihtivâ ettiği yüksek hakâik, herkese meydan okuduğu halde benzeri bir ayetin dahi getirilmemesi, konularının âlem-şumûl olması, yüksek belâğata ve fesahata sahip olması, kırk vecihle mucize ve yedi cihetle hârika olmasıdır.
16. Mirac: Mirac mucizesi hem cismen hem ruhen olmuştur. Zira;
a. Küre-i Arz gibi ağır bir kütleyi saniyede 30 km hızla gökyüzünde gezdiren bir kudret bir insanı semalarda gezdirebilir.
b. O mucize içinde süt içme, Burak’a binme ve su içme gibi maddi ve bedeni işlerin vukuu mucizenin rüya veya ruhî değil bedenî ve maddi bir gerçek olduğunu gösterir.
c. Ruhen olsaydı ve ruhî bir hal bulunsaydı müşrikler itiraz etmezlerdi. Zira rüya ve ruhsal olaylar inkar edilmez.

(1101)

REM

YORUM YAZ

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir